Suadiyeaile hekimliği Inşirah ile ilgili sözler Tarkan'ın yeni şarkısıyla ilgili RTÜK iddiasıSearch for fermats room trailer with Ecosia and the ad revenue from your searches helps us green the desert . Ecosia is the search engine that plants trees. Inşirah ile ilgili sözler Tarkan'ın yeni şarkısıyla ilgili RTÜK iddiası 29Tem.2020 - Dini Resimler olarak sizler için dini güzel fotoğraflar paylaşıyoruz. Sosyal medya ya da Whatsapp üstünden dilediğiniz gibi Müslüman kardeşlerimize gönderebilirsiniz. cash. Kasım 7, 2017Haziran 13, 2018 İsraf İle İlgili Ata Sözleri, İsraf İle İlgili Cümleler, israf ile ilgili etkileyici sözler, israf ile ilgili güzel sözler, israf İle ilgili kısa sözler, İsraf İle İlgili Mesajlar, İsraf İle İlgili Sözler Facebook, İsraf İle İlgili Sözler Tumblr, israf İle ilgili uzun sözler, israf ile ilgili yazılar, İsraf sözleri anlamlı Sayfa İçeriği İsraf ile ilgili Kısa sözler, İsraf İle İlgili Mesajlar, İsraf İle İlgili Etkileyici Sözler, İsraf İle İlgili Uzun Sözler, İsraf İle İlgili Güzel Sözler, İsraf İle İlgili Yazılar, İsraf İle İlgili Sözler Tumblr, İsraf İle İlgili Ata Sözleri, İsraf İle İlgili Sözler Facebook, İsraf sözleri anlamlı, İsraf İle İlgili Cümleler İsraf etmeyin; çünkü AIIah israf edenIeri sevmez. Kur’an-ı Kerim Herkese, israf oIarak canının her istediğini yemesi yeter! Hz. Ömer DokunabiIdiğiniz tüm parayı biriktirin. Benjamin FrankIin İsraf sefahetin, sefahet sefaIetin kapısıdır. Said-i Nursî CimriIik, aşırı zayıfIık, israfçıIık aşırı şişmanIık gibidir. Eyyüp Sabri OsmanoğIu Bir ırmaktan abdest aIırken biIe, suyu israf etmeyiniz. Hz. Muhammed ÜIkeIeri ifIasa sürükIeyen amiIIerin başında, israf geIir. II. AbdüIhamid İktisat, az şeyi çoğaItır, israf, çok şeyi azaItır. Hz. AIi TutumIu oIan, muhtaç oImaz. Hz. Muhammed Kişinin dostu, iktisadı; düşmanı da israfıdır. Hukemâ Giderini, kazanç ve geIirine uyduran kimse muhtaç oImaz. İzzet MoIIa İnsan nefsinin her istediğini aIıp yemek israf yönünden kâfidir. Hz. Ebu Bekir İktisat eden zenginIeşir, israf eden fakirIeşir. Bezzar İnsana nefsinin her istediğini aIıp yemesi, israf yönünden kafidir. Hz. Ebubekir OnIar sarf ettikIeri zaman ne israf ederIer ne de cimriIik, ikisi arasında orta bir yoI tutarIar. Kur’an-ı Kerim Küçük harcamaIardan sakının, ufak bir deIik koskoca gemiyi batırmaya yeter. Benjamin FrankIin İsraf etmede hayır, hayırda israf oImaz. İmam-ı Azam OnIar, harcadıkIarı zaman, ne israf ederIer, ne kısarIar; harcamaIarı, ikisi arasında orta bir yoIdur. Furkan Suresi / 67 Yiyiniz içiniz; fakat israf etmeyiniz! Çünkü AIIâh isrâf edenIeri sevmez. A’râf Suresi 7/31 Çünkü saçıp-savuranIar, şeytanın kardeşIeri oImuşIardır; şeytan ise Rabbine karşı nankördür. İsra Suresi / 27 Bir kaç güne yetecek bir rızkı, bir günde harcayan hâne haIkına ben buğz ederim. Hz. Ömer Yakınına, düşküne, yoIcuya hakkını ver; eIindekiIeri saçıp savurma. Kur’an-ı Kerim MüsrifIikten kurtuImanın tek çaresi, masrafIarı kısarak kendi kendinize borç vermektir. Socrates Parana şefkat eyIe, maIına acı, teIef etme ki, ayıptan ve borçtan kurtuIasın. Ebu’I Fethi’I-Büstî Bugünün centiImeni boI parası buIunduğu için, paraIı her budaIanın yaptığını yapar, üretmeden tüketir. Bernard Shaw Ey AdemoğuIIarı, her mescid yanında ziynetIerinizi için ve israf etmeyin. Çünkü O, israf edenIeri sevmez. Araf Suresi / 31 Kendine IüzumIu oImayan şeyIeri satın aIırsan, çok geçmeden muhtaç oIduğun IüzumIu şeyIeri satarsın. Benjamin FrankIin Bir uIus ne kadar düşmüşse, süsIü ve gösterişIi şeyIerIe o kadar savurgandır. AdoIf Loon Bir uIus ne kadar derin bir iktisadî bunaIım içinde ise, ziynet ve süs eşyası iIe o kadar savurgandır. A. Lous Akrabaya hakkını ver, yoksuIa ve yoIda kaImışa da. İsraf ederek saçıp-savurma. İsra Suresi / 26 İnşirah Suresi ezberle Web Taraycınız bu özelliği desteklemiyor İnşirah Suresi Arapça Okunuşu بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ اَلَمْ نَشْرَحْ لَكَ صَدْرَكَۙ ﴿١﴾ وَوَضَعْنَا عَنْكَ وِزْرَكَۙ ﴿٢﴾ اَلَّذ۪ٓي اَنْقَضَ ظَهْرَكَۙ ﴿٣﴾ وَرَفَعْنَا لَكَ ذِكْرَكَۜ ﴿٤ فَاِنَّ مَعَ الْعُسْرِ يُسْرًاۙ ﴿٥﴾ اِنَّ مَعَ الْعُسْرِ يُسْرًاۜ ﴿٦﴾ فَاِذَا فَرَغْتَ فَانْصَبْۙ ﴿٧﴾ وَاِلٰى رَبِّكَ فَارْغَبْ ﴿٨﴾ İnşirah Suresi Okunuşu -Bismillâhi’r-Rahmâni’r-Rahîm. 1- Elem neşrah leke sadrâk. 2- Ve vada’nâ ’anke vizrâk. 3- Elleziy enkada zahrâk. 4- Ve refa’nâ leke zikrâk. 5- Feinne me’al’usri yusrâ. 6- İnne me’al’usri yusrâ. 7- Feizâ ferağte fensab. 8- Ve ila Rabbike ferğab. İnşirah Suresinin Anlamı, Meali -Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla. 1- Biz senin göğsünü açıp genişletmedik mi? 2-3 Belini büken yükünü senden alıp atmadık mı? 4- Senin şânını ve ününü yüceltmedik mi? 5-6 Elbette zorluğun yanında bir kolaylık vardır. Gerçekten, zorlukla beraber bir kolaylık daha vardır. 7-8 Boş kaldın mı hemen başka işe koyul ve yalnız Rabbine yönel. İnşirah Sûresi okunuşu ve anlamı İnşirah Suresi Tefsiri Hakkında Mekke döneminde inmiştir. 8 âyettir. İnşirah, açılmak, genişlemek demektir. Nuzül Mushaftaki sıralamada doksan dördüncü, iniş sırasına göre on ikinci sûredir. Duhâ sûresinden sonra, Asr sûresinden önce Mekke’de inmiştir. Konusu Sûrede Yüce Allah’ın Hz. Peygamber’e mânevî lutufları özetlenmekte, her güçlükle birlikte mutlaka bir kolaylığın olduğu bildirilerek Mekke’de putperestlerin baskısı yüzünden sıkıntı çeken Resûlullah ile müslümanlara teselli ve ümit verilmekte; onlardan Allah’a ibadet ve itaatlerini sürdürmeleri istenmektedir. İnşirah Suresi Arapça yazılışı ve Türkçe okunuşu Grafik İnşirah Suresinin Arapça harflerle yazılışını ve Türkçe okunuşunu gösteren grafik Tefsiri “Senin kalbini açıp genişletmedik mi?” diye çevirdiğimiz 1. âyetteki “şerh-i sadr” kavramını Râgıb el-İsfahânî, “kalbin ilâhî bir nur ile Allah tarafından bir huzur ve sükûnet, bir rahatlık ile genişletilmesi” şeklinde açıklamıştır el-Müfredât, “şrh” md.. Hz. Peygamber’in kalbinin açılıp genişletilmesi ifadesini, Zümer sûresinin 22. âyeti de dikkate alındığında, onun beşerî idrak kapasitesinin vahiy ile arttırıldığına ve âzami seviyeye çıkarıldığına işaret olarak anlamak uygun olur. Ayrıca müfessirler bunu, ona indirilen vahyi anlaması, koruması ve peygamberlik görevini yerine getirebilmesi için kendisine verilmiş olan zihin açıklığı, mâneviyat yüksekliği gibi mânalarla da açıklamışlardır. Bazı müfessirler ise Duhâ sûresinin devamı mahiyetinde olan bu âyetlerde, bir süre ara verilmiş olan vahyin yeniden başlamasıyla Hz. Peygamber’in mâneviyatının güçlendirildiğine değinildiği kanaatindedir. 2 ve 3. âyetlerde, Resûlullah’ın belini büktüğü bildirilen “yükün kaldırılması”ndan maksadın ne olduğu konusunda yapılan açıklamalar içinde bk. Râzî, XXXII, 4-5 en zayıf olanı “günahlarının, hatalarının bağışlanmış olması” şeklindeki yorumdur. Çünkü onun Câhiliye döneminde puta tapmadığı bilinmektedir, herhangi bir günah işlediği de sabit değildir. Esasen İslâm tebliğ edilmeden onun yasaklarını çiğnemenin günah olduğundan da söz edilemez. İslâm’dan sonra bazı ictihad hataları olmuşsa bunlar da –miktarı az olsa bile– ecir ve sevap vesilesidir. Çünkü isabetli ictihada on, isabetsiz ictihada bir sevap vardır Buhârî, “İtisâm”, 13, 21; Müslim, “Akziye”, 15; ayrıca bk. Tevbe 9/43; Fetih 48/2. Bize göre Allah’ın bir lutuf olarak onun omuzlarından kaldırdığı yük iki şekilde açıklanabilir a Arasında yaşadığı topluluğun inanç ve ahlâk yönünden içine düştüğü durumdan dolayı duyduğu ıstırabın İslâm sayesinde kaldırılması; b Bâtıla karşı verdiği çetin mücadelede birçok ilâhî destek ve inayete mazhar kılınması. Hz. Peygamber’in “adının ve sanının yüceltilmesi”ne müfessirler, Resûlullah’ın adının mukaddes kitaplarda zikredilmesini ve geleceğinin müjdelenmesini, kelime-i şehâdette onun isminin Allah’ın ismiyle birlikte yer almasını, gökyüzünde melekler, yeryüzünde müminler tarafından hürmetle anılmasını, Kur’an’da Allah’a itaatle birlikte ona da itaat edilmesinin emredilmesini örnek gösterirler bk. Şevkânî, V, 542. Âlemlere rahmet olarak gönderilmiş olması da bk. Enbiyâ 21/107 onun şanının yüceltildiğini ifade eder. Ayrıca bu âyeti, ileride Resûlullah’ın isminin ve tebliğ ettiği dinin bütün dünyada tanınıp yayılacağını bildiren bir müjde olarak anlamak da mümkündür. Yine, Kur’an’da onun müstesna niteliklerini, Allah katındaki konumu ve değerini açıklayan âyetler de bu bağlamda “adını sanını yüceltme” olarak değerlendirilebilir. Hz. Peygamber ve arkadaşları Mekke döneminde müşriklerin giderek değişik şekildeki işkencelere kadar varan baskılarından acı çekiyorlardı. Bu durum hem peygamberi hem de müminleri üzüyordu. Yüce Allah resulünü ve müminleri teselli edip gönüllerini rahatlatmak için bu âyetleri indirerek sıkıntılardan sonra ferahlığın ve başarının geleceğini müjdelemiştir. Rivayete göre bu sûre inince Hz. Peygamber, 5 ve 6. âyetlerde güçlüğün yanında kolaylığın da bulunacağının iki defa zikredilmesini göz önüne alarak, kendisine inananlara, “Müjdeler olsun! Size kolaylık geldi; artık bir güçlük iki kolaylığa asla galip gelemez!” buyurmuştu Muvatta’, “Cihâd”, 6; Taberî, XXX, 151. Oldukça muhtasar ve değişik şekillerde açıklanmaya elverişli olan “O halde önemli bir işi bitirince diğerine koyul” meâlindeki 7. âyetle ilgili olarak çok farklı yorumlar yapılmıştır meselâ bk. Taberî, XXX, 152; Râzî, XXXII, 7. Bize göre İbn Âşûr’un, âyeti herhangi bir özel iş ve ibadetle sınırlamadan, “Önemli işlerden birini tamamlayınca ardından başka bir işe yönel ki böylece bütün vakitlerini önemli işlerle değerlendirmiş olasın” şeklindeki açıklaması isabetli görünmektedir XXX, 416-417. Bu yoruma göre âyette Resûlullah’a ve onun şahsında müslümanlara bütün vakitlerini hayırlı ve yararlı faaliyetlerle değerlendirmeleri, ibadet, dua, tebliğ ve irşad gibi dinî faaliyetlerin de; çalışma, üretme, öğrenme-öğretme, yardımlaşma ve dayanışma gibi dünyevî faaliyetlerin de hakkını vermeleri emredilmiştir. Son âyette ise kişinin, gerek çalışmasında gerekse ibadetinde yalnız Allah’a yönelmesi, her işini öncelikle O’nun rızasını gözeterek yapması, ne diliyorsa O’ndan dilemesi, ne istiyorsa O’ndan istemesi emredilmiştir. Kaynak Kur'an Yolu Tefsiri Cilt5 Sayfa643-644 İnşirah suresinin fazileti nedir? İnşirah suresi hangi olay üzerine inmiş ve neden bahsetmektedir? İnşirah suresini okumanın fazileti ve faydaları...İnşirah suresi, Duhâdan sonra Mekke’de nâzil olmuştur. Sekiz âyettir. Rasûl-i Ekrem gönül ferahlığına kavuşturulduğu için bu isim verilmiştir. Bu ferahlık, kalbinin îman ile rahatlatılması, hikmet ve bilgi ile aydınlatılması ve günahlardan arındırılmasıdır. Peygamberimiz’e vahiy kesilmiş ve fetret-i vahy denilen hüzünlü bir dönem başlamıştı. Kıblenin tahvîlinde olduğu gibi, Allah Rasûlü’nün, muhtaç bir ruh hâliyle başını göklere dikip beklediği, günlerin akabinde Cenâb-ı Hakk’ın teveccühüne mazhar olarak Kıble’nin değiştirilmesiyle Efendimiz’in risâleti âleme ilân edilmiş, ardından Duhâ ve İnşirâh sûreleriyle kendisine inşirâh-ı sadr müjdesi verilmiştir. Burada “dîk-ı sadr” denilen gönül darlığının; doğru değerlendirilip doğru anlaşılması gerekir. Hz. Peygamber’in stres gibi basit bir ruh hâline ma’rûz kaldığını düşünmek doğru değildir. Dîk-ı sadr O’nun hissettiği ağır sorumluluğun, muzdarip gönlünde hâsıl ettiği heyecan olmalıdır. “Fetret-i vahiy” döneminde Allah Resûlü’nün, gönlüne, “Acaba vahyin kesilmesini gerektirecek bir şey mi yaptım?” gibi bir mülâhaza gelmiş olabilir. Senelerce susuzluktan dudakları çatlamış insanların yağmur duasında gözlerini semâya dikip rahmet bekledikleri gibi, O da Cenâb-ı Hak’tan mahz-ı rahmet olan vahiy sağanağını bekliyordu. GÖNÜL VE KALP FERAHLIĞI VEREN SÛRE “Senin için bağrını açmadık mı?” âyetindeki neşrah fiili; et ve benzeri şeyleri açmak, yarmak ve genişletmek anlamındadır. Sadr kelimesi ise; “bağır, döş ve göğüs” demektir. “Şerh-ı sadr” ise kelime olarak; göğsün açılması, kavram olarak; gönül ve kalp ferahlığı demektir. Ruhî sevinç, kutsal kaygı, bilgi ve tahammül genişliği anlamlarına gelir. Vahyin kesilmesine Peygamberimiz ziyâdesiyle üzülmüş, “terk mi edildim?” diye bir kaygıya kapılmıştı. Hatta kendisini bu hâliyle gören bir kadın; “Hayrola yanında arkadaşını görmüyorum, O da mı sana darılmış ve seni terk etmiş?” diye sordu. Duha Sûresi’nde bu olaya işâreten; “Rabbin seni asla yalnız ve yardımsız bırakmadı, sana darılmadı.” müjdesi verilmiş ve hemen ardından İnşirah Sûresi indirilmiştir. "SADR" KELİMESİNİN HİKMETİ Burada kalp yerine “Sadr” denilmesinin bir hikmeti vardır Şeytan, kalbe vesvese vermek için göğüsten girmeye çalışır. Göğüs kalbin zırhıdır. Şeytan buradan kalbe bir gedik açarsa oradan vesveselerini vermeğe başlar. Kalpte hüzün, keder ve yanlış düşüncelerin doğmasına sebep olur. “Senden o yükünü indirmedik mi?” âyetinde ifâde edilen, yükünün hafifletilmesi, beşer tâkatiyle taşınması mümkün olmayan, vahyin ağırlığını kaldırabilecek ve alabilecek bir kıvâma getirilmesidir. Ebû Hayyân “Göğsü açmak demek kendisine vahy edileni alabilmesi için onu hikmetle aydın­latmak ve rahatlatmak.” derken bunu ifâde eder. Çocukluğundan Mi’râc mu’cize­sine kadar dört defa Peygamberimiz üzerinde gerçekleştirildiği rivâyet edilen “Şerh-i sadr”’ın, “Şakk-ı sadr” da denen cismanî tarafı ihtilaflı olmakla birlikte, ma’nevî yanı ittifakla kabûl edilmiştir. Bütün peygamberlerin vahyi alabilecek konuma gelmeleri için geçtikleri bir tasfiye süreci ve süzgeci vardır. Kur’ân-ı Kerîm’de “Istıfâ, ıstafeytüke, ıstafâki ve yestafî” şeklinde bütün peygamberler ve Hz. Meryem vâlidemiz için kullanılan ve Efendimizin ismi ve sıfatı olarak böyle bir tasfiye ameliyesinden geçtiğini ifâde eden Mustafâ, Duhâ ve İnşirah sûrelerinde vurgulanan kalbî ve ma’nevî bir arınma ve arındırmayı ifâde etmektedir. İnsânî zaaflardan arınma ve arındırma anlamındaki tasavvufun aynı kökten gelmesi, kalbin tasfiyesi ve nefsin tezkiyesini gâye edinmesi, bu ilmin hem kaynağını hem de metodolojisini göstermesi bakımından önemlidir. vedanâ; fiili koymak, kaldırmak, vizr kelimesi ise; yük, sıkıntı ve günah demektir. Burada “Beli büken yük” ifâdesi, günah yükünü değil, çekilen sıkıntıların ağırlığı ve kutsal kaygı anlamındadır. Bu âyetteki “vizr” kelimesi, mânevî sorumluluğu ifâde eder. Arz ve semânın kabullenmekten kaçındığı kutsal emânetin ağırlığı, “dağları darmadağın edecek” kadar ağır vahiy tecellîsinin ve Kur’ân’ın indirilmesinin etkisi şeklinde değerlendirilebilir. PEYGAMBERİMİZ'İ HÛD SURESİ İHTİYARLATTI Resulullah’ın Hira’ya çıkışı nasıl Mekke’den bir kaçış değil, aksine Mekke’nin fethine bir yürüyüş ise, risâletle buluşması da bir taraftan sıkıntılarından kurtulması, diğer yandan yeni sorumluluklarla buluşması demektir. “O sırtında gıcırdamakta olan ve bu şekilde sana eziyet veren yükünü? Hafifletmedik mi?” âyetindeki enkada fiili; bükmek ve kırmak, zahr kelimesi ise; sırt ve arka demektir. Buna göre “inkâd-ı zahr” yükün ağır basarak kemikleri çatırdatmasıdır. Nakid; deve üzerine konan yükün ağırlığından sepetlerin, palanların ve kaburgaların çıkardığı sestir. “Beni Hûd Sûresi ihtiyarlattı.” derken “Neden Yâ Rasûlallah?” diye sorulduğunda “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol!” emr-i celîlinin gerektirdiği hassâsiyet belimi büktü.” ifâdesi bu ağırlığın anlaşılması açısından önemlidir. Biz, bu yükün peygamber olmanın getirdiği ağır sorumluluk olduğu görüşündeyiz. “Doğrusu Biz senin üzerine ağır bir söz yükleyeceğiz.” anlamındaki âyetten, peygamberimize tevdî edilecek ağır sözün vahiy olduğu kendiliğinden anlaşılır. “Senin şânını yüceltmedik mi?” âyetindeki; rafe’nâ; yükseltmek, zikr ise; ün, şan, şeref, vahiy ve Kur’ân gibi anlamlara gelmektedir. Buradaki “zikrinin yüceltilmesi”’nden maksadın, Peygamberimizin adının kelime-i şehâdette ve tahiyyâtta Allah ile beraber anılmaya, ezanlarda, hutbelerde, vaazlarda, hitaplarda ve kitaplarda “Hamdele” ve “Salvele” ile yer almaya başlamasıdır. Rasûlüllah’ın “nâm-ı celîlini, yâd-ı cemîl” yaparak yükselten bu âyetle; Hz. Peygamber’in sıradanlaştırılmasına sed çekilmiştir. Dînin kutsama ve ta’zîm üzerine kurulduğu dikkate alınırsa, Hz. Peygamberi ve diğer peygamberleri küçülten ve küçümseyenlerin nasıl yanıldığı daha iyi anlaşılır. Peygamberleri küçümseyen ve küçültenler onların değerini düşüremezler. Ne var ki onlar ve onlara uyanlar kendileri kaybederler. Kur’ân-ı Kerîm’in ve Hz. Peygamber’in sıradan kabûl edilmesiyle, onlar üzerinde âyet ve hadisler, emir ve yasaklar etkisiz hâle gelir. Allah’ın kadrini yükselttiği bir Peygamberi siz nasıl sıradan bir insan gibi değerlendirebilirsiniz? EFENDİMİZ'İN SIFATLARI O, sıradan bir kul iken kendisini; Cenâb-ı Haakk’ın “Allah’ın Rasûlü”, “Hatemu’n-Nebiyyîn”, “Üsve-i hasene” ve “Rahmeten li’l-âlemîn” gibi sıfatlarla yücelttiği bir peygamberi, kullar ve sözüm ona hocalar nasıl küçültebilir? “Muhakkak ki Allah ve melekleri, peygambere salât ile ikramda bulunurlar. Ey îman edenler, haydi O’na teslîmiyetle salât ve selâm getirin.” anlamındaki âyet O’na ta’zîm ve saygıyı emrederken, siz böyle bir saygısızlığı nasıl içinize sindirebilirsiniz? “Demek ki, zorlukla beraber bir kolaylık var.” anlamındaki ayetlerde ise; geçmiş sıkıntılar, yerini nasıl kolaylıklara bırakmış ise, gelecek sıkıntılar için de yeni kolaylıklar sağlanacağı vurgulanmaktadır. “O halde boş kaldığında yine kalk yorul! Ve ancak Rabb’inden ümit et, hep O’na doğrul!” âyetlerinde iki husûsa dikkat çekilmekte, “boş zaman” anlayışının bir mü’minin ajandasında yer alamayacağına ve her işte Allah rızasının gerekliliğine işâret edilmektedir. Usr; güçlük, zahmet, göğüs darlığı ve vazife yükü, gibi şeylerdir. Yüsr ise; Kolaylık, demektir. El-Leyl suresinin 5-7. ayetlerinde ki “Bu sebeple kim malını Allah yolunda harcar, takvâ üzere davranır ve en güzeli onaylarsa Biz ona en kolay olanı daha da kolaylaştırırız.” “Kim de Allah yolunda yurdundan göç ederse, yeryüzünde barınacak çok yer ve genişlik bulur. Kim Allah’a ve Elçisi’ne katılmak üzere evinden çıkar, sonra kendisine ölüm gelirse, o kişinin ecri şüphesiz Allah’a aittir. Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir.” manalar bu kolaylıkları açıklamaktadır. Bize verilen mesaj; karşılaşılan güçlüklerin üzerine gitmemek, sorunlardan kaçarak onun bir parçası olmak yerine, zorluklarla bıkmadan usanmadan mücâdele etme ısrârına işâret etmektedir. Dikkat edilirse, ayette “boşalır boşalmaz” diye çevrilen ifâde, sürekli bir kararlılığa dikkat çekmektedir. MÜSLÜMANIN GÖREVLERİ Âyetteki; ferağte fiili; bitirmek, boşalmak, insab emri ise; kalkmak, dik durmak demektir. “Sadece Rabbine yönel.” ayetindeki irğab emri ise; rağbet etmek ve yönelmek demektir. Burada öncelikle Hz. Peygamber’e hitap edilmekte ve vahiy ile emredilen bir husus yerine getirilince, peşinden diğerine geçmesinin önemine dikkat çekilmektedir. Müslüman her gün dünden daha ilerde olmak zorundadır. “İki günü birbirine eşit olan ziyandadır.” buyuran Efendimize ümmet olmanın gereği budur. Nesab kelimesi; dikili taş demektir. Buradan hareketle; bir işi bitirdiğin ya da bir sıkıntıdan kurtulduğun zaman, dik ve sağlam dur! şeklinde bir yorum yapılabilir. Burada Müslümanlara yapılan önemli bir emirle daha karşılaşıyoruz Müslüman, güçlüklere karşı dik duran, yılmayan ve savrulmayan insandır. Âyetteki “ferğab” kelimesi; “ferağğıb” olarak da okunmuştur. Buna göre âyetin anlamı “..ve başkalarını da yalnızca Rabbine yönelt.” demektir. Müslüman sâdece kendisini değil başkalarını da Allah’a yöneltmekle görevlidir. Günlük hayatımızda gereksiz iş ve lüzumsuz söze yer yoktur. Kur’ân-ı Kerîm’de “lağv” terimi ile ifâde edilen bu husûsu Hz. Peygamber “Faydasız iş ve gereksiz sözden uzak durmak, kişinin ahlâkının güzelliğindendir.” şeklinde açıklamaktadır. Müslüman, boş ve anlamsız işlerden kaçınan, hayatında gereksiz işlere yer vermeyen ve her konumda doğru iş yapıp üretken olan insandır. Bu âyette ilâ rabbike ifâdesinin ferğab emrinden önce gelmesi, yönelişin gerçekleştirileceği tek mercîin Cenâb-ı Hak olduğunu vurgulamak içindir. Efendiler Efendisi için asâleten söz konusu olan inşirâh-ı sadr’ın, vekâleten ümmet için de her zaman geçerli olduğu dikkatten uzak tutulmamalıdır. Kaynak Prof. Dr. İrfan Gündüz, Altınoluk Dergisi, 363. Sayı, Mayıs 2016 İslam ve İhsan İNŞİRAH SURESİ TEFSİRİ 94-İNŞİRAH Açmadık mı? Açıp genişletmedik mi? Senin için. Senin mutluluğun için göğsünü de nefesine genişlik, kalbine ferahlık, nefsine kuvvet ve ferahlık vermedik mi? İçinde bulunulan anda ve gelecekte, dünya ve ahirette bütün dilekleri izah edip de her zorluğu yenecek büyük bir ruh ile şaşkınlıktan doğru yolu bulmaya, gamdan sevince, darlıktan genişliğe erdirmedik mi? Râğıb şöyle der Şerhin aslı, eti ve benzeri şeyleri açmak, yani açıp genişletmektir. Şerh-i sadr, yani göğsü açmak da bundandır ki, ilâhî bir nur ve Allah tarafından bir gönül rahatlığı ve bir ruh ile onu genişletmektir. Şihâb yazarı der ki Aslı, eti yarıp açmak olduğu ve bunda bir açılma ve içini ve içinde bulunanı açığa çıkarmayı gerektiren bir genişletme bulunduğu için şerh ve genişlik kalb hakkında da kullanılır olmuştur. Kederini gidererek sevinç ve neşe verecek şeyi idrak etmesi bir şerh ve genişletme sayılmıştır. Çünkü onun sıkıntısını açacak ve üzüntüsünü giderecek geniş bir nefes aldırmak gibi herhangi bir sebep, bir duygu, bir ilham ile ondan gaip veya ona gizli bulunan sevinci gerektiren bir şey ortaya çıkar ki bu, bir kitabı izah etmek mânâsına şerh denilmek gibidir. Sonra da bu mânâ kalbin mahalli olan göğüste mübalağa için kullanılmıştır. Çünkü bir şeyin genişlemesi, onun içinde bulunduran şeyin de genişlemesini gerektirir. Onun için işitirsin ki, sevince genişlik, zıddına da darlık ismi verirler. Bu bir kaç mertebe vasıta ile kinaye dallarına ayrılan mecazlardandır. Lakin yaygınlaşmasından sonra gizlilik giderilmiş, vasıtalar kaldırılmıştır. Bu yapılan açıklama şerhin bir şerhidir. Şihâb yazarı eti açmaktan kalbi açmaya ve ondan göğsü açmaya geçerek gitmiştir. Fakat eti yarıp açmaktan göğsü açıp genişletmeye, ondan nefes genişliğine ve kalbin açılmasına ve ondan nefsin manevi olan neşe ve genişlemesine geçmek daha uygundur. SADR, her şeyin ön ve baş tarafı olduğu gibi, insanın gövdesinin de belinden başına doğru ön ve içinden kalp ve ciğerleri kapsayan üst kısmı yani sine, göğüs veya bağır dediğimizdir. Arkadan sırta da zahr denilir. Yer ve cüz olma ilgisiyle kalb veya nefisten kinaye de olur. Dıştan göğüs darlığı zayıflık işareti sayıldığı ve içten göğüs darlığı dıyk-ı sadr; nefes darlığı, kalb sıkıntısı, elem, ızdırap ve tahammül edememe olduğu gibi, dışından göğüs genişliği vüs’at-ı sadr; kuvvet alâmeti, göğüs açılması; bir özlemi ortaya koyma, içten göğüs açılması; nefes genişliği, rahat, kalbin açılması; ruhun sevinç, şevk, fikir, bilgi ve tahammül genişliği mânâlarını ifade eder. Bu şekilde “şerh-ı sadr”, esasen göğsünü, bağrını açıp genişletmek demek olduğu halde bununla kalbe ferahlık vermek ve nefsi herhangi bir fiil veya söze açıp neşe ve sevinç ile o fiil ve sözü almak üzere genişletmek mânâsından kinaye edilmek de yaygın olmuştur. Öyle ki şerh ve gönlün açılması denildiği zaman maddi olarak göğsü veya kalbi açmak veya yarmaktan ziyade manevi olan bu neşe ve ferahlık mânâsı anlaşılır. Alûsî der ki Şerhin aslı dağıtma ve genişletme olup “izah” mânâsında kullanılması yaygın olduğu gibi nefsin ferahlığı mânâsında da yaygın olmuştur. Hatta bunda örf olarak hakiki mânâdadır denilse uzak olmaz ve bu kalp ile ilgili olduğu zamandır. Kalbini şununla şerh etti demek, onunla sevinçli ve ferah kıldı demektir. Çünkü kalp nefsin konakladığı yer gibidir. Normal olarak da konaklanılan yerin genişletilmesi onda konaklayanın rahat ve ferah olması neticesini doğurur. Kalbin mahalli olan göğüsle ilgili olduğu ve göğsü açmak denildiği zaman da böyledir. Bu genel olarak kalp genişliğini de ifade eder. Çünkü normal olarak bir evin etrafını genişletmek evin genişliğiyle uygun olur. Geniş evin etrafı da genişletilir ki şirinliği artsın. Bundan hareketle nefsin neşe ve ferahlığına geçilir. Kalp ve göğüsle ilgili olduğu zaman bazan da şerhten bilgiyi çoğaltmak mânâsı kastedilir. Denilmiş ki Sanki bilgiler geniş bir alana muhtaç imiş ve kalp de onun mahalli imiş gibi hayal edilir de bilgiler çoğaldıkça kalbin de geniş olması gerekeceği düşünülür. Bazı kere de bundan nefistekinin çoğaltılması kastedilir. Denilmiştir ki Bu da, bilgileri genişletmek nefsin genişletilmesini gerektirir düşüncesiyledir. Bazı kere de “şerh-ı sadr” ile, nefsin kutsal güçler ve ilâhî nurlarla desteklenmesi mânâsı kast edilir. Öyle ki nefis, bilgi olaylarının meydanı, meleke yıldızlarının göğü, tecelli türlerinin Arş’ı, içe doğan bilgi sürülerinin yaygısı olur da artık onu herhangi bir durum, bir başka durumdan meşgul etmez, ona göre olacak, olan ve olmuş bir ve eşit olur ve bu mânâlardan her biri bulunduğu makama göre murat olunur. Yüce Allah’ın Resulüne nimetlerini sayma makamı olan bu makama en uygun olan mânâ ise -Ragıb’ın da anlattığı gibi bu sonuncu mânâdır. Bununla beraber diğer mânâlar da caiz görülmüştür. Açık olan, bu gönül rahatlığının Duha Sûresi’nin inmesiyle hasıl olmasıdır. Bununla beraber A’la Sûresi’nde de bunun bir mukaddimesi bulunduğu gibi, bundan sonra Kadr Sûresi’ne kadar bunun mukaddime ve sonuçlarını bir izah vardır. Tefsirciler “şerh-i sadr” ile ilgili iki görüş zikretmişlerdir BİRİNCİSİ, haberlerde geldiği üzere çocukluğunda veya peygamberliği sırasında veya İsra gecesinde cismani bir ameliyat suretinde göğsü yarılarak kalbi çıkarılıp yıkanmış, yine yerine konduktan sonra iman ve hikmetle doldurulmuş olmasıdır ki bu tartışmalıdır. Maddî kalp yıkanmasının iman, ilim, hikmet, şefkat gibi manevi şeylerle ilgi ve münasebeti bulunduğuna inanamayanlar bu husustaki rivayetleri mantıkî görmeyerek reddetmişler; bu ameliyatın esas itibariyle mümkün olduğunu ve maddi temizliğin manevi temizlik ile de ilgi ve münasebetini düşünenler ise bunu kabul etmiş, bununla beraber burada muradın o olduğunda ısrar etmemişlerdir. Peygamberlikten önce meydana gelen ve onun habercisi olan olağanüstü olaylar ve kerametler de inkar olunamazsa da sûrelerin tertibine göre buradaki göğüs yarmanın ne peygamberlikten evvel, ne de peygamberlik sırasında değil, Ve’d-Duha’nın inmesiyle yahut daha sonra olması açıktır. Bu yönden cismani mânâyı da gösteren en kuvvetli rivayet ise Mirac gecesiyle ilgili olarak Buhârî, Müslim, Tirmizî ve Nesaî’de Katade’den rivayet edilen şu hadistir. Demiştir ki Bize Enes b. Malik anlattı. Ona da Malik b. Sa’saa anlatmış. Efendimiz buyurmuş ki “Ben Beyt’in yanında uyur uyanık arası bir halde iken içinde Zemzem suyu bir altın tasla bana gelindi de göğsüm şuraya ve şuraya kadar yarıldı”. Katade demiş ki Enes’e ne kastediyor dedim “karnımın aşağısına kadar dedi”. Buyurdu ki Derken kalbim çıkarıldı da Zemzem suyu ile yıkandı. Sonra tekrar yerine kondu. Sonra iman ve hikmet dolduruldu. Sonra Burak getirildi. Onun üzerinde Cebrail ile beraber gittim. Ta dünya semasına vardık…” Bundan en açık olarak anlaşılan uyku ve uyanıklık arası misali bir keşif ve müşahede olması ve asıl neticenin iman ve hikmet dolarak Mirac’ın vuku bulmasıdır. Burada bu mânâ murat edilebilir ve bu şekilde bu sûre Mirac’a işaret olabilir. Ve’d-Duha’nın inişi sırasında da bir keşf ve müşahede vukua gelmiş olduğuna göre de bir Mirac olmuş demektir. İsra gecesiyle Ve’d-Duha’nın inişi arasında ne kadar zaman bulunduğu bilinmiyor ise de Mirac hadislerinde bu sûrelerin içerdiği mânâlara tesadüf edildiği ve Ve’d-Duha’daki “gece” den murat İsra gecesi olduğuna dair de bir rivayet bulunduğu için bunların Mirac ile ilgili olduğunu kabul etmek gerekir. Bunda ise cismani yarma ihtilaflı olduğu, ruhanî yarmada ise ittifak edildiği için, hangisi olursa olsun “göğsü yarmak”tan asıl murat, gaye olan son mânâ olmalıdır. O da iman ve hikmet ile hakikatın açılmasıdır ki, cisimler onun için çalışır ve ona feda edilir. Hakikatte bir elem olan cismani ameliyatlar onun bir vesilesi olmak itibarıyla kolaylıkla aşılabilir. Bu nedenle şu ikinci görüş ihtilafsızdır İKİNCİSİ, “şerh-ı sadr” dan maksat, neticesi marifet ve itaat olandır ki, bunu da birkaç şekilde izah etmişlerdir 1. Hz. Peygamber ve cinlere peygamber gönderilince Allah’tan başka ilâhlardan ve onlara tapanlardan uzak olmak suretiyle insanlar ve cinlerle uğraşmak önce zor gelmiş, göğsünü daraltmıştı. Fakat yüce Allah ona öyle âyetler göstermişti ki bunlarla bütün o zorlukları aşma gücü ve imkanı bulmuş ve yüklenmiş olduğu her meşakkat, her şey gözünde küçülmüş idi. O şekilde ki kalbinden bütün tasa ve düşünceleri çıkarmış, ancak bir tek düşünce bırakmıştı. Çoluk çocuğun nafakası sıkıntılarını tınmaz, insanlardan ve cinlerden gelen eziyetlere önem vermez olmuştu. Hatta bunlar gözünde sinekten küçük olmuşlardı. Ne tehditlerinden korkar, ne de mallarına, makamlarına meylederdi. Şu halde “şerh-ı sadr”, dünyanın değersizliğini ve ahiretin değerini bilmekten ibaret olur ki bunun benzeri En’âm Sûresi’ndeki “Allah her kimi hidayete erdirmek isterse onun göğsünü İslâm’a açar. Her kimi de sapıklığa düşürmek isterse onun da kalbini daraltıp sıkıştırır.”En’âm, 6/125 âyetidir. Buhârî’de de İbnü Abbas’ın âyetini, “Allah onun göğsünü İslâm’a açtı.” şeklinde tefsir ettiği zikredilmekle yalnız bu mânâ gösterilmiştir. En’âm Sûresi’nde de geçtiği üzere rivayet olunduğuna göre Ashab-ı kiram sordular – Ey Allah’ın Resulü! Göğüs açılır mı? – Evet. – Alâmeti nedir? – Aldanma yurdundan uzaklaşmak, ebediyet yurduna yönelmek ve gelmeden önce ölüm için hazırlıktır. Bunun özeti şudur Allah’a ve onun vaad ve tehdidine samimiyetle iman, insanın dünyadan uzaklaşmasını, ahirete rağbet etmesini ve ölüme hazırlanmasını gerektirir. 2. Resulullah sinesi bütün önemli şeylere açılmıştı, telaş etmez, ıztırap çekmez, şaşırmaz, sıkıntı ve ferah hallerinin ikisinde de gönlü rahat bulunur, yükümlü olduğu görevini eda ile meşgul olurdu. “Senin kalbini” denilmeyip de “senin göğsünü” denilmesi, bu yarmanın genişliğine, yani yalnız içte kalmayıp eserleri dışta da göründüğüne dikkat çekme olmalıdır. Yani Resulullah sinesi “Müminler için kanadını indir.”Hıcr, 15/88 emri gereğince bütün müminlere şefkat ve merhametle açıktır. Bir de, “göğsünü açmadık mı?” denilmekle yetinilmeyip de “senin için” denilmesinde de nükteler vardır. Birincisi, “lâm”ın “lâm”a karşılık olmasıdır. Yani “Ancak bana ibadet etsinler diye…” Zâriyat, 51/56 ve “Beni anmak için namaz kıl.”Tâhâ, 20/14 buyurulduğu üzere, “sen bütün itaatı benim için yaparsın, ben de yaptığımı senin için yaparım” demek olur. İkincisi, elçiliğin faydaları, sevabı Allah’a değil, elçiye ait olduğuna dikkat çekme olur. Yani, benim için değil, senin için açtık. Üçüncüsü, bu açma ve yarmada zarar ihtimalininin bulunmadığını bildirmek içindir. Yani aleyhine değil, bütün sonuçları hayır olmak üzere lehine açtık ve yardık. Çünkü gafillerde olduğu gibi birçok sevinç ve ferahlıkların sonu felaket olur. Nitekim, “Nihayet kendilerine verilen şeyler sebebiyle ferahladıkları zaman, ansızın kendilerini yakalayıverdik. Bir de ne görürsün hepsi bütün ümitlerinden mahrum düşmüşlerdir.” En’âm, 6/44 “Bilmeyecekleri yönlerden onları derece derece düşüşe yuvarlıyacağız.”A’râf, 7/182 buyurulmuştur. “Nun” ile “açmadık mı?” buyurulup da “açmadım mı?” buyurulmamasının da iki izah tarzı vardır “Nun” tazim ve ululuk gösteren nun olması itibariyle, nimeti verenin büyüklüğü nimetin büyüklüğünü gösterir. Çoğul nunu olarak yorumlandığı takdirde de mânâ şu olur Bu açma ve yarma işini yaparken doğrudan doğruya yalnız yapıvermedim. Meleklerimi de çalıştırdım. Sen o melekleri önünde ve etrafında görüyordun ki kalbin kuvvet bulsun da peygamberlik görevini o kalp kuvveti ile eda edesin. Bu durumda Cin Sûresi’ndeki “Gaybını kimseye açmaz. Ancak seçtiği bir elçi olursa başka. Çünkü onun önünden ve ardından gözetleyiciler salar. Bilsin diye ki, onlar Rab’lerinin elçilik görevlerini hakkıyla duyurmuşlardır. Allah, onların yanındakileri kuşatmıştır.” Cin, 72/26-28 mânâsına da işaret olur. 2. “Senden yükünü indirmedik mi?” VAD’, mutlak koymak mânâsına olduğu gibi aşağılatmak, indirmek, düşürmek mânâlarına da gelir. Burada yükü indirmek mânâsınadır ki bütün bütün düşürmek veya hafifletmekten daha genel olabilir. Zira vizir, ağır yük demektir. Günah ve vebal mânâsı da bundandır. 3. “O senin sırtını ezen yükü”. Bu, yük ve günah mânâsına gelen “vizr” in sıfatıdır. İNKÂD, nikd yahut nekid yapmaktır. Nıkd; yıkıtınya, bozuntuya ve yürüyüş ve sefer nedeniyle zayıf ve güçsüz olmuş deveye denildiği gibi, bir şeyin bozulurken, üzülürken, ezilirken, koparken ve bir yük yıkılmaya yüz tutmuş bir durumdayken çıkardığı sese; sepilenerek boyanmış ve cilalanmış deri, ağaç ve arabanın gıcırtısı; eklem yerlerinin, kemiklerin çıtırtısı, kuşların çığırtısı ve bir şişenin ağzı sorulurken çıkan mıcırtısı gibi seslere de nıkd ve nekid, böyle ses çıkarmaya da inkad denilir. Buna göre “inkad-ı zahr” yükün sırta ağır basarak kemiklerini çatırdatması veya üzüp zayıf düşürmesi, bitkin ve güçsüz etmesi demek olur. Ki bizim “belini kütletti”, “kemiklerini birbirine geçirdi” tabirlerimiz gibi ağırlık ve zorluğu anlatmada mesel olmuştur. Burada maksat, peygambere önce dayanılması ağır gelmiş olan zorlukların böyle ağır bir yüke benzetilerek anlatılmasıdır. Bazıları, “nıkd” deve gibi zayıflamak mânâsından, çokları da ses çıkarmak mânâsından kemikleri gıcırdatmak, çatırdatmak mânâsına düşünmüşlerdir. İbnü Cerir demiştir ki “Sırtına ağır bastı da ona gevşeklik verdi, gevşetti.” demektir. Bu, Araplar’ın şu sözündendir ki, deve seferden döndükte sefer onu zayıflatmış, etini gidermiş olduğu zaman o deveye, “bu, seferin yorup bitkin düşürdüğü devedir” mânâsına “bu, nıkdu seferdir” derler. Râzî ve diğerleri de demişlerdir ki “Dilciler şöyle der Bunun aslı şudur Sırta yük ağır bastığı zaman onun bir nakidi, yani hafif bir sesi işitilir. Nakid; deve üzerine konan sepetlerin, deve palanlarının, kaburgaların, yük ağır bastığı zaman devenin çıkardığı sestir. Birincisinde zahr sırt’ın mef’ul tümleç olması açık denilebilirse de ikincide açık değildir. Çünkü bu mânâca “inkad”, seslendirmek değil, seslenmek mânâsına lazım geçişsiz olduğundan ses sırtın değil, yükün sesi olmak gerekir. Bundan dolayı bunu sebebine dayandırmak kabilinden mecaza yorumlamışlar, seslenmeğe sebep olacak derecede ağır basmak mânâsına “yani onu ses çıkarmaya sevketti ve ona ağır geldi” diye tefsir etmişlerdir ki, bunun da aslı yani, “o yükle sırtın gıcırdamış, bel kemiklerin çatırdamış” demek olur. Bunun için biz de iki yöne de ihtimali olmak üzere, “sırtını zayıf düşürmüş olan o ağır yükü senden indirdi, attı” meâlinde ifade ettik. Fakat burada ya böyle müteaddi geçişli mânâsı verilmek için çalışılmasına benim gönlüm pek razı olmuyor. Bu ses Resulullah sırtına değil, sırtındaki o ağır yüke, ağırlığa ait olmalı. Murat da Resulullah arkasındaki o ağır yükün gıcırtısından, verdiği eziyetten çok etkilenmiş olduğunun beyanı olmalıdır, demek istiyorum. Bu mânâyı anlatmak için de mef’ulü bih düz tümleç değil “sırtında” mânâsında mef’ulü fih zarf tümleci olmalıdır. Gerçi Nahiv’de mekan zarfından “fî”nin kaldırılması pek caiz değil ise de altı yön zarfında, canip ve cihette, haric ve dahil gibi kelimelerde istisna edilerek caiz olduğu bilinmektedir. Sırt mânâsına gelen “Zahr” kelimesi de altı yön zarfından “arka” mânâsıyla düşünüldüğünde “fî”nin düşürülmesi caiz olmak gerekir. Bu mânâ “mecazi isnad” tan daha yakın ve daha güzeldir. Şöyle demek olur Sırtında gıcırdamakta, bu şekilde sana eza vermekte olan o ağırlığı, o ağır yükü senden attık, indirdik. Bazı tefsirciler burada “vizr”i, “Onlar günahlarını sırtlarında taşıyorlar.”En’âm, 6/31 âyetinde olduğu gibi “ağır günah” mânâsına yorumlayarak, bunun kaldırılmasını, bu surette “Allah, senin günahından geçmişini ve geleceğini bağışlayacak.” Fetih, 48/2 gibi günahı bağışlamak mânâsına anlamışlardır. Fakat bu âyette geçen “zenb” tabiri, peygamberlerden meydana gelmesi caiz olabilen zelle küçük hata, ayak sürçmesi ve en uygun olanı yapmamak gibi küçük günahları da içine alabilirse de, ağırlık mânâsına gelen vizr’in küçük günahlar için kullanılması uygun olmayacağı gibi, ağırlığı bilhassa “o senin sırtını ezen yükü” diye önemle büyütülmüş olan vizr’in küçük günah mahiyetinde küçük kusurdan ibaretmiş gibi anlaşılması da hiç uygun görünmez. Gerçi bunun bu ağırlığı aslında büyük günah olmasından değil, ahlakı yüce olan peygamber en küçük bir günahtan bile şiddetle etkilenip üzülmesi nedeniyle olduğu güzel bir yorum olabilirse de zahirin aksi olmaktan kurtulmaz. Onun için bunun günah mânâsına değil, ağır yük mânâsıyla, Hz. Peygamber peygamberlikten önce veya başlangıcında son derece üzen ve dayanılması ağır gelen bir takım zorluklar demek olması daha doğrudur ve çoklarının tercihi de budur. Bu zorluklar, bu ağırlıklar hakkında tefsirlerde başlıca şunlar sayılmıştır 1. Yukarıda da geçtiği üzere peygamberlikten önce cahiliyye âlemi içindeki şaşkınlık halinin ağırlığı. Zira başlangıçta sırf olgun aklı ile bakan; bir taraftan kavminin şirk ve cehalet içindeki hallerinin fenalığı, bir taraftan da kendisini yokluktan varlık âlemine getiren ve yetim iken barındırıp yetiştiren, hayat, akıl ve güzel huylarla nimetler veren yüce Allah’ın, üzerindeki nimetlerini görmüş ve bunların büyüklüğüne karşı Rabb’ine nasıl ve ne yolda itaat ve hizmet edeceğini de bilememiş olduğudan dolayı vicdanında büyük acılar duymuştu. Peygamberlik gelince bu şaşkınlık yok olmuş, bunun gereği olan yük üzerinden atılmıştır. Şu belli bir şeydir ki, bir yükün ağırlığı vermiş olduğu eziyet ve sıkıntı ile uygun olduğu gibi, bir günahın ağırlığı da neticesindeki azabın şiddetine göredir. Bu açıdan gerek yük, gerek günah ağırlığı gerçekte ruha ait olan bir elem ve azap ağırlığı olmakta birleştiği için; yük bir günah, günah da bir yük gibi düşünülerek ikisi de bir ağırlık kavramıyla “vizir” mânâsında birleştirilir. Gönülde duyulan gam ve eleme vizir denilmesi bundandır. Ancak yük, elemi yok olarak sonunda bir ecir ve haz olması itibarıyla elemi daha sonra görülecek olan günahtan ayrılır. Onun için “vizr” olmaktan çıkar, nimet olur. Büyük bir kâr için nice ağır yükler, acı kederler bir nimet aşkıyla karşılanarak yolu bulununca haz ve sevinç içinde kolaylıkla çekilir. Oysa günah, kendisi bir zevk olsa bile neticesi elem olduğundan bunun aksine olur. Bir de nimet esas itibariyle herkes için övülen bir şeydir. Fakat alçak ve aşağılık kimseler bir hizmet karşılığında olmayarak emek vermeden nimet yiyip durmaktan ar duymaz, utanmaz da buldukça şımarır. Değerli, onurlu kimse ise, gördüğü lütfa karşı hizmet edememiş veya o nimeti yerine sarfedememiş olmaktan sıkılır, eziyet duyar ve bir hizmet yolu bulmaksızın o nimete kavuşmuş olup durmak kendisine ağır gelir. “Onda hiç kimsenin alacak bir nimeti yoktur.”Leyl, 92/19 vasfına uygun olmak ister. O sırada o nimeti veren bir tür hizmet yapmasını isteyince o hizmet ağır bile olsa onu yerine getirmeyi canına minnet bilerek o ağırlık kendisine hafif görünür. İşte peygamberlik gelince Hz. Muhammed o hayret ve şaşkınlık gitmiş bulunduğu gibi o ilmin ve bu değerli ahlâkın hükmüyle o gam ve tasa kendisinden kalkmış ve o zorluklar kolaylığa dönüşmüştür. 2. Peygamerliğin gelmesiyle yol görünmüş, şaşkınlık halindeki önceki zorluklar sıyrılmış ise de bu kez de daha büyük bir endişe ve korku Resulullah omuzlarına yüklenmiş bulunuyordu. O da peygamberlik görevinin hakkıyla alınıp yerine getirilmesindeki büyük zorluk ve sorumluluk endişesi ve girişeceği cihadda başarı derecesini ve kusur ettiği durumda Hak ve halk karşısındaki tehlikesini düşünmek meselesi idi ki, buna “A’ba-i risalet” yani, peygamberlik yükleri ismi verilir. Zira, “Allah’tan kulları içinde ancak âlimler hakkıyla korkar.” Fâtır, 35/28 mânâsı gereğince ilim artıp Allah daha çok tanınınca Allah korkusu da artıyor, önce iyi bilinmeyen nice ahiret endişeleri yüz gösteriyordu. Önce Cibril’le yaptığı ilk konuşmada bütün güç ve takatini saran “Son derece kuvvetli, çetin kuvvetlere sahip”Necm, 53/5-6 bir heybet ve gücün kendisini sarması ve kuşatması içinde titremiş kalmıştı. Buna derece derece alıştıktan sonra da etraftan kâfirlerin o zamana kadar görülmeyen eziyet, sıkıntı ve türlü dedikodularla düşmanlık ve kötülüklerini görmeye başlamış, henüz “Allah seni insanlardan koruyacaktır.” Mâide, 5/67 vaad ve duyurusunu almamış, “Ve her halde ahiret senin için dünyadan daha hayırlıdır. İlerde Rabb’in sana verecek de sen razı olacaksın.”Duhâ, 93/4-5 vaad ve müjdesine muhatap olmamış ve henüz ayrıntılı direktifler almamıştı. Bir müddet için dinlendirilmek üzere vahye ara verilip kesilmesinden dolayı duyduğu yalnızlık ve başına gelenlerden dolayı düşmanlardan duyduğu sevinç ifade eden sözler nedeniyle de çok tasalanmıştı. Bu suretle kendisini yalnız dünya elemleri değil, Rabb’ine karşı bir günah işlemiş olmak endişesiyle ahiretle ilgili tasalar da sarmış, işte bunlar onun sırtına basan ve belini kıracak gibi kemiklerini çatırdatıp yüreğini sızlatan bir vizir yani bir ağır yük gibi boynuna yüklenmişti. Yüce Allah vahyin kesilmeksizin ard arda devam etmesi ve Ve’d-Duha’nın indirilmesiyle bunların bir kısmını büsbütün üzerinden atmış, bir kısmını da alıştırmak, kendine ve ahirete olan keşf ve bilgilerini artırmak suretiyle hafifletmiş, ondan sonra dünyayı gözüne sinek kadar göstermeyecek, “Dünyanın Allah katında bir sivrisineğin kanadı kadar değer yoktur.” dedirtecek derecede kalbine ferahlık ve nefsine ilâhî bir kuvvet vermiş, Kur’ân’ın feyziyle dünya ve ahiret nam ve şanını, zikir ve şerefini yükseltmeye başlamış idi. Onun için buyruluyor ki 4. Yine senin için zikrini, nam ve şanını yükseltmedik mi?. Bazılarına verilen ve netice itibariyle haklarında bir felaket olan şöhretler gibi aleyhe değil, sırf lehine olarak yükselttik mânâsı ifade edilmek için yine “zikir”den önce getirilerek tekrar açık açık söylenmiştir. ZİKİR, burada “Andolsun size bir kitap indirdik ki onda sizin şerefiniz vardır.”Enbiyâ, 21/10 âyetinde olduğu gibi şeref ve şan mânâsınadır. Bununla beraber Kur’ân ve fikir mânâsına da işaret olabilir. Resulullah nam ve şanının yüksekliği Bakara Suresi’nin âyetinde geçen “Kimini de birçok derecelerle daha yükseklere çıkarmıştır.” Bakara, 2/253 mânâsı üzere bütün nebi ve Resuller içinde derecelerle yüksekliğidir ki bunun özeti nam ve şanının Allah’ın namını takip etmesi, Allah anıldıkça onun da anılmasıdır. Ebu Ya’la’nın, İbnü Cerir’in, İbnü Münzir’in, İbnü Ebi Hatim’in, İbnü Hibban’ın ve İbnü Merduye’nin ve “Delail”de Ebu Nuaym”ın Ebu Said el-Hudri rivayet edildiğini tesbit ettikleri bir hadiste Resulullah şöyle buyurmuştur “Cebrail bana geldi ve dedi ki Rabb’ım ve Rabb’ın şöyle buyuruyor “Bilir misin, senin zikrini nasıl yükselttim?” “Yüce Allah en iyisini bilir” dedim. Dedi ki “Ben anıldıkça sen de benimle beraber anılacaksın.” Bu ise nam ve şan yüksekliğinin en büyük mertebesini açıklamaktadır. “Allah” denilince Resulü beraber anılır. denilince beraberinde denilir. “Allah’a itaat edin, peygamberine itaat edin.”Nisâ, 4/59, “Kim peygambere itaat ederse kuşkusuz Allah’a da itaat etmiş olur.”Nisâ, 4/80, “şahit olarak Allah yeter. Muhammed Allah’ı Resulüdür.”Fetih, 48/28-29 buyurulmuştur. Bu nam ve şan, bu Allah’la beraber zikredilip anılmak ise her yüksekliğin üstündedir. Nitekim Hz. Hassan’ın şu beyti de bu yüksekliğe işarettir “O parlak alınlı ki üzerinde peygamberlik mührü vardır. Allah’tan şehadet edilmiştir, parıldar ve şahit olur. Allah o peygamberin ismini kendi ismine katmıştır Beş vakitte müezzin şehadet ederim’ dediği zaman.” “Muhakkak ki Allah ve melekleri peygambere salat eder şeref ve şanını yüceltirler. Ey iman edenler! Siz de ona salat ve selam getirin.” Ahzab, 33/56 5. Demek ki, “zorlukla beraber bir kolaylık vardır”. “Fâ”, fasiha olarak kendisinden önceki kısımdan sonraki kısma şahit getirme ve inceleme ile onu dallara ayırma tarzında; yahut sebeb bildiren fa olarak öncekini illet olarak göstermek suretiyle ta’diye şeklinde ilerisi için vaaddir. Bu vaadin gerçek olduğunu bildirir. Vaadin ne olduğu sözün akışından anlaşılmaktadır. deki elif-lam, fa’nın fasiha olması durumunda görünüşte “ahd” içinde olmak lazım gelirse de cüzden külle parçadan bütüne geçiş ile gerçekte vaadi ifade için istiğraka işarettir. Yllet için olması durumunda ise kübra büyük önerme demek olduğu için dorudan doğruya istiğraktır. Demek ki mânâ şu olur O göğsü açma ve yarma, yükü kaldırma, adını yüceltme madem ki oldu, demek ki o senin çektiğin zorlukla beraber büyük bir kolaylık varmış, o halde daha da vardır. Yahut, çünkü her zorlukla beraber bir kolaylık vardır. Ondan dolayı seni kolaylığa erdirdik, yine de erdiririz. Meşhur olduğu üzere burada “beraber”, “sonra” mânâsınadır. Yakınlık, beraber olmaya benzetilerek ifade olunmuştur. Çünkü o göğsü açma ve yükü kaldırma, yükün sırtı ezmesinden sonra olmuştur. Kısacası, bu böyle olduğu gibi ilerisi için de böyledir. “Allah, bir güçlüğün arkasından bir kolaylık yaratacaktır.”Talak, 65/7 Bir iş darlık halinde genişler. 6. “Evet, zorlukla beraber bir kolaylık var”. Bu da evvelkini vurgulamakla beraber yeni bir başlangıç ile vaadden vaade genelleme halinde bir vurgudur. Bunda in istiğrak için olması gerekir. Fakat önceki istiğrak için olduğuna göre bu ona işaretle ahd için olur ve şöyle demek olur Evet, o her zorlukla beraber bir kolaylık vardır. Yani o zorluğa göğüs gerilip aşılırsa o kolaylığa erilir. Çünkü kolaylığın var olmasından herkesin de mutlaka ona ermesi lazım gelmez. O kolaylığa inanıp, o zorluğa ehemmiyet vermeyip de Allah’yn izniyle sabır göstererek dayanan ona erer. Nitekim “Ve’l-Leyli” Sûresi’nde “Kim malını Allah yolunda verir ve takva yolunu tutar ve en güzeli de tasdik ederse, biz onu en kolay yola muvaffak kılacağız.”Leyl, 92/5-7 buyurulmuştur. Şu halde bundan sonra da bir zorluğa tesadüf edersen onu da başka bir kolaylığın izleyeceğini veya beraberinde bir kolaylık bulunduğunu bil, bu vaadi tasdik et de o zorluktan yılma. Onu da gönül hoşluğuyla karşıla. Burada “beraber” “sonra” mânâsınadır. Zira zorluk ve kolaylyk zıt şeylerden olduğu için bir arada bulunmaları caiz olmaz. Bir yere peşpeşe ve ard arda gelirler. Şu kadar ki bir yere varmaları itibarıyla beraber imi? gibi de düşünülebilirler. Yani bir yönden zor görünen bir şeyde diğer yönden bir kolaylık vardır. O şeyi, bu kolay yönünü bularak yapabilen kolaylığına erer. Her zorluğu bir kolaylığın izleyeceğine inanmak da o zorluğun yalnız sonunda değil, beraberinde de bulunan bir kolaylık yönüdür. Bu itibarla “en güzel”i tasdik eden ve ona göre çalışan müminler için her zorlukta iki kolaylık var demektir ki, bunun birine dünya kolaylığı, diğerine ahiret kolaylığı demek uygun olur. Rivayet olunmuştur ki, Resulullah bu âyet inince ferahlık ve neşe içinde gülerek çıkmış, “bir zorluk iki kolaylığı yenemez”, “Zorlukla beraber bir kolaylık vardır, zorlukla beraber bir kolaylık vardır.” diyordu. Bu mânâ çoğunlukla zorluk mânâsına gelen “usr” kelimesinin belirli, kolaylık mânâsına gelen “yüsr” kelimesinin belirsiz olmasıyla izah edilmiştir ki bu izah, ikinci usr kelimesindeki “lâm”ın ahit mânâsında olması düşüncesine dayanır. Bununla beraber bu daha çok bu âyetlerin üstündeki ve altındaki “fâ”larla öncesi ve sonrasıyla olan irtibat ve bağlılıktan anlaşılmaktadır. Ahd ise, önceki “usr” kelimesinde açık veya dolaylı olarak anlaşılan genelliğin ahdi olmalıdır. Her zorlukla beraber kolaylığın bulunabilmesini de açıkladığımız gibi tartışmasız olarak anlamak mümkündür. Yani kolaylığın var olması, onun herkes için meydana gelmesini gerektirmez. Mesela, “kâfire ölüm ve cehennemde ne kolaylık var?” gibi bir soru sorulamaz. Sorulsa, “cennet vardı ama o iman etmedi” diye cevap verilir. Usr kelimesinin başındaki “lâm”ın umumilik ifade ettiğine ve imanın şart olduğuna şu olay da delil olur İmam Malik Muvatta’da Zeyd b. Eslem’den rivayet etmiştir ki, Ebu Ubeyde Hz. Ömer b. Hattab yazmış, Rumlar’ın çokluğunu ve onlardan korktuğunu, endişe duyduğunu anlatmıştı. Hz. Ömer de ona “Şu muhakkak ki mümin bir kalbe herhangi bir sıkıntı inerse yüce Allah ona bunun arkasından bir rahatlık verir ve bir zorluk iki kolaylığı yenemez.” diye yazmıştır. “Mümin bir kalbe” denilmekle imanın gereği olan gönül huzuru ve sabra da işaret vardır. Onun için, sızlanan müminin ahiret sevabını kaybetmesi de bu genel mânâ ile çelişki teşkil etmez. Bununla beraber hepsinde de hükmün genelliği yine Allah’ın dilemesi kaydına bağlıdır. Muvaffakiyet ondandır. Onun için bu hüküm ve vaadi hem ileriye genellemek ve dallara ayırmak, hem de Allah’ın lütfuna dayandırmak akışı içerisinde buyuruluyor ki 7. O halde boşaldığın vakit, yani her zorluğa bir kolaylık vurgulanarak vaad edilmiş olduğu için bir görevi, bir ibadeti bitirip bir zorluktan bir kolaylığa geçtiğin, biraz dinlendiğin, mesela aldığın vahyi yerine ulaştırdığın, farzlarını yerine getirdiğin vakit yine yorul, iş bitti diye rahata düşüp kalma da yine zahmeti tercih edip diğer bir ibadet için kalk, çalış, yorul; farz bittiyse nafileye geç, namaz bittiyse duaya geç ki, kolaylık da artsın, şükürde devam etmiş olasın. Bilindiği gibi “nasab”, yorgunluktur. Kolaylık tembelliğe sevketmemeli, çalışmaya teşvik edici olmalıdır ki onun peşinden de bir kolaylık gelerek, artma ve ilerleme durumu hasıl olsun. 8. Rabbini mef’ul tümlecün fiilden önce getirilmesi “ancak” ve “sadece” mânâlarını ifade etmek içindir. Yani ancak Rabb’ini iste ve arzula, her ne umarsan ondan um. Onun dığındaki sebep ve illetlerde veya gayelerde duraklayıp kalma, başka maksada bağlanma da bütün çalışmalarında ancak ona yönel, durmadan ona doğru yürü, ona doğru, bütün lütuf ve nimet onundur. Onun için sade nimete ve esere rağbet ile kalmamalı; nimetten, nimeti vereni görüp hep ona doğru yürümeli, onun için çalışmalıdır. Son murat edilen odur. Bu sûreden şu kaideler çıkarılır “Yı sıkıştığı zaman genişler.” ve “nimet külfete göredir.” Başka bir deyişle “Külfet nimete uygundur.” ve “Bir işten maksat ne ise hüküm ona göre verilir.” Allah için çalışan Allah’a erer. Bu şekilde bu iki sûre bilhassa Resulullah hal ve şanını anlatarak feyzini daha çok yaymayı ve genelleştirmeyi ve neticede nimetten o nimeti verene geçerek ancak Allah’a rağbet etmesini hatırlattıktan sonra en mükemmel ferdin halinden türün haline ve müminleri bekleyen sonun da güzelliine geçilerek bu iki sûrenin bir bağlanışı olmak ve ahiret hükmü ile dinin sabit olduğu anlatılmak üzere “Ve’t-Tini” Sûresi gelecektir. İnşirah nedir ve İnşirah suresi kaç ayettir? Kuranı Kerim surelerinden İnşirah suresi anlamı, İnşirah suresi latince yazılışı İnşirah suresi Türkçe okunuşu bu sayfada derledik. İşte sure hakkında tüm Suresi, Kur’an-ı Kerim’in doksan dördüncü sûresidir. Duhâ sûresinden sonra Mekkede nazil olmuş olup 8 ayettir. Fasılaları, kâf, elif ve be harfleridir. “Duha” suresi, vahyin birkaç gün kesilmesi ve Resulullah’ın gönlüne bir sıkıntının çökmesi üzerine inmiş gönlüne ferahlık gelmişti. İnşirah suresi bu ferahlığı pekiştirerek şanını yüceltmekte ve ona verdiği nimetleri sıralamaktadır. “İnşirâh” açılmak, genişlemek, sevinmek manalarına Suresi latin harflerle okunuşu Bismillahirrahmânirrahîm. 1- Elem neşrah leke sadrek 2- Ve vada’na anke vizreke 3- Elleziy enkada zahreke 4- Ve refa’na leke zikreke 5- Feinne me’al’usri yüsren 6- İnne me’al’usri yüsren 7- Feiza ferağte fensab 8- Ve ila rabbike ferğabİnşirah suresi anlamı Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın ismiyle. 1- Senin için bağrını açmadık mı? 2- İndirmedik mi senden o yükünü? 3- O sırtında gıcırdamakta olan ve bu şekilde sana eziyet veren yükünü? 4- Senin şanını yüceltmedik mi? 5- Demek ki, zorlukla beraber bir kolaylık var. 6- Evet o zorlukla beraber bir kolaylık var! 7- O halde boş kaldığında yine kalk yorul! 8- Ve ancak Rabbinden ümit et, hep O’na doğrul!İnşirah suresi dinle

inşirah ferahlığı ile ilgili sözler