Karaciğer kanseri tedavisinde Türkiye'de bir ilk. Organ nakli şansı bulunmayan ve daha önce gördüğü kemoterapiden yanıt alamayan Sevil Erçin’in karaciğeri çıkarılıp tümörden
Genel olarak karaciğer kanseri 4 farklı evrede değerlendiriliyor. Bu evreleri ve ne anlama geldiklerini ise şu şekilde sıralayabiliriz: Birinci Evre. İlk evrede karaciğerde mevcut olan kötü huylu tümör sadece karaciğeri etkiler. Kanser farklı doku ya da organlara ulaşmamıştır. İkinci Evre.
Prof. Dr. Murat Cantaşdemir, "Karaciğer kanseri eskisi gibi çaresiz bir kanser olmaktan çıkmak üzere. Teknoloji ile birlikte yeni tedavi yöntemleri hastaların YAYINLAMA 25 Nisan 2019 10:19
Son yapılan bilimsel çalışmalara göre karaciğer kanseri riskinin diyabetli kişilerde, diyabet olmayanlara göre 2-3 kat arttığı gözlemlendi. Bu oranın diyabetlilerde artan obezite oranıyla da ilişkili olduğunun altını çizen Anadolu Sağlık Merkezi Medikal Onkoloji Uzmanı Doç. Dr. Yeşim Yıldırım, “Fazla kilosu olanlarda, vücutta artan kan yağları ve yüksek kan
Son yıllarda karaciğer kanseri tedavisinde teknolojik gelişmeler olduğunu belirten Prof. Dr. Murat Cantaşdemir, ’’Cerrahi tedaviye uygun olmayan ya da ilaç tedavisine cevap vermeyen karaciğer kanserlerinde artık yeni teknolojik tedavi yöntemleri mevcut.
cash. 23-25 Şubat tarihleri arasında Çukurova Üniversitesi ve ilgili ulusal derneklerin işbirliği ve uluslararası katılımla Adana’da gerçekleştirilecek olan ’2nci Çukurova Hepatosellüler Karsinoma Kongresi’nde, karaciğer kanseri tüm yönleriyle masaya yatırılacak. 23-25 Şubat tarihleri arasında Çukurova Üniversitesi ve ilgili ulusal derneklerin işbirliği ve uluslararası katılımla Adana’da gerçekleştirilecek olan ’2nci Çukurova Hepatosellüler Karsinoma Kongresi’nde, tüm dünyada ve Türkiye’de önemli bir sağlık sorunu olan karaciğer kanseri hepatosellüler karsinoma tüm yönleriyle masaya yatırılacak. 2’nci Çukurova HCC Kongresinin Bilimsel Programı, ’Hepatosellüler Karsinoma Biyolojisini Anlamak Hasta Yönetimine Neler Sunacak?’ ana temasına uyumlu olarak karaciğer kanserinin moleküler temelinden yeni tanı metodlarına, hastaya özel tedavilerden radyolojik ve cerrahi uygulamalara uzanan bir bakış açısıyla, kısacası multidisipliner bir anlayışla hazırlandığı belirtildi. Kongre hakkında bilgi veren Kongre Başkanı Prof. Dr. Hikmet Akkız, ’’Kongremize temel bilim araştırmacıları, hepatologlar, gastroenterologlar, tıbbi onkologlar, patologlar, radyologlar, karaciğer transplant cerrahları katılacak. Bilimsel programda bu kanserin moleküler patogenezi, yeni tedavi hedefleri, tedavilere direncin mekanizmaları, likid biyopsi, tümörün global ve Türkiye prevalansı, moleküler sınıflaması ve sistemik tedavilerle sağlanan gerçek yaşam verileri ayrıntılı olarak ele alınacak. Tüm dünyada önemli ve yükselen bir sağlık sorunu olup hepatosellüler karsinoma ile ilişkisi açık olan alkol dışı yağlı karaciğer hastalığı da kapsamlı olarak tartışılacak konular arasında. Kongrenin önemli oturumlarından biri de girişimsel radyolojinin bu tümörde uygun hastalarda ablasyon, TAKE ve TARE uygulamaları ile ilgili. Bu uygulamalar, karaciğer kanserinin tedavisinde yükselen bir alandır. ablasyon küratif amaçlı, diğerleri ise downstaging ve köprüleme amaçlı uygulanmaktadır’’ dedi. Prof. Dr. Akkız, sözlerine söyle devam etti ’’Son sözü ise küratif tedavileri, rezeksiyon ve karaciğer transplantasyonu uygulayan hekimler olarak transplant cerrahları söyleyecek. İki önemli başlığı kapsamlı olarak tartışacağız HCC’de karaciğer transplantasyonu kriterlerini genişletebilir miyiz? ve rezeksiyon ve transplantasyon sonrası nüks sorunu. Ayrıca transplantasyon merkezlerimizin deneyimlerini paylaşacakları panel kongremizin en sıcak ve dinamik oturumu olmaya aday. Kongrede iki önemli konferans yer alıyor. İlki açılış konferansı; ’Epigenetik Mekanizmaları ve Anlamı’, Dr. Stefan Dimitrov, Fransa tarafından; State-of-the Art Lecture HCC’nın Cerrahi Yönetimi, Dr. Massimo Malago, İngiltere tarafından verilecek’’. ’’Yeni araştırma ilk kez kongrede sunulacak’’ Yeni araştırmanın kongreye ilk kez sunulacağını ifade eden Prof. Dr. Akkız, ’’Kongrenin geleceğe dönük iki büyük aktivitesinden söz etmek gerekirse; 3 sözlü bildiri oturumu düzenledik, her oturumda 6 araştırmacı çalışmalarını sunacak, ayrıca 30’a yakın çalışma poster bildiri olarak kabul edildi. Araştırmaların tümünün bilimsel düzeyi çok yüksek. 25 Şubat’ta ise ’HCC ve mikro çevrenin moleküler karakteristikleri Progresyon, Sağkalım ve Nüks Üzerine Etkileri’ başlıklı çok merkezli araştırmanın ilk buluşmasını gerçekleştireceğiz. 16 konuşma metninin ’Journal of Gastrointestinal Cancer’ adlı uluslararası dergide ’review article’ olarak yayınlanacak olması da kongrenin bilimsel düzeyini yükseltecek bir gelişmedir’’ açıklamasında bulundu.
Dünya çapında yaşam kayıplarının ve düşük yaşam kalitesinin önde gelen sebeplerinden kanser, vücudun diğer bölgelerine de yayılan kontrolsüz hücre çoğalması ile karakterize olan bir hastalıklar grubudur. Hastalığın yayılmasına, yaşam kalitesinin iyileştirilmesine ve yaşam kayıplarının azaltılmasına yönelik çeşitli stratejiler kanser tedavisinde uygulanıyor olmasına rağmen hala tanı ve tedavide doldurulması gereken boşluklar vardır. Bu konuda optimal tedavinin sağlanması, kanserli hücrelerin erken tespiti ve yan etkilerin azaltılması adına atılan adımlar arasında nanoteknolojik stratejiler de yer almaktadır. Nanoteknoloji, maddenin atomik ve moleküler seviyede kontrolüdür, bilimin görece olarak yeni bir dalıdır. Nanoteknoloji, “en az bir boyutunun büyüklüğü 1 nanometreden 100 nanometreye kadar olan maddenin kontrolü olarak da tanımlanır. 1 nanometre, 1 metrenin milyarda biridir. 1 nanometre= veya 10-9 metre olarak da ifade edilir. Nanoteknoloji kanserde nasıl kullanılıyor? İdeal taşıyıcı Nanoteknolojiye dayalı immünoterapötik ajanlar, çeşitli kanser türleri için hedef bölgedeki sağlıklı hücreleri korumak ve kanserli hücrelerin istilasını azaltmak gibi amaçlar için kullanılmaktadır. Benzer amaçla, klasik kemoterapilerin nanoteknolojik formları da artık onkoloji pratiğinde yerini almıştır; örneğin Abraxane. Biyolojik yapıları nedeniyle nanomalzemler hücre bariyerleri kolaylıkla geçebilirler ve aktif ve pasif hedeflendirilebilirler. Nanotüpler, polimerik miseller ve lipozomlar gibi nanomateryaller ayrıca kanser tanı ve tedavisinde önemli farmakolojik faydalara sahip oldukları için ilaç tasarımlarında kullanılmaktadır. Sadece kanser değil, BioNTech ve Moderna firmalarının koronavirüs aşıları, etken maddeleri olan mRNA'ları, nanoteknoloji ile hazırlanan lipozomlarda taşımaktadır. Yaygın olarak kullanılan nanomalzemeler tanı ve tedavi olarak şu şekilde sınıflandırılabilir; Tanı; Kuantum Dotlar Nanoshells nano kabuklar Altın nanopartiküller Tedavi; Lipozomlar Karbon nanotüpler Polimerik miseller Dendrimerler Kuantum Dotlar Kanser gen terapilerinde nanoteknolojik yöntemler Son yıllarda, birçok yaklaşım, kanser hücrelerinde tümör ilerlemesinin önemli faktörlerini susturmanın veya kanserle ilişkili bağışıklık hücrelerini baskılayan genleri devre dışı bırakmanın etkili bir şekilde bir tümöre karşı bağışıklık yanıtı tetikleyebileceğini göstermiştir. Nanomalzemeler, kansere veya bağışıklık hücrelerine bağışıklık tepkisini düzenlemek için siRNA'ları iletmek için “Truva Atı” gibi kullanılmaktadırlar. Tümör hücresi hedefli siRNA nanoterapötikler, immün-checkpointler bağışıklık kontrol noktası proteinlerinin, "beni yeme" sinyallerinin, anti-tümör bağışıklık tepkilerini indüklemek için anti-enflamatuar sitokinlerin vb. durumların aşağı regülasyonuna odaklanmaktadır. Örneğin; P-glikoprotein P-gp, ilaca dirençli kanser hücrelerinde ilaç akışını tetikler, bu da gerekli ilaç dozajını artırır ve normal hücrelere zarar verir. Bu nedenle, P-gp mRNA'yı hedefleyen siRNA, tedavi etkilerini maksimize etmek için antikanser maddelerle birlikte kullanılabilir. Melanomu tedavi etmek için anti-kanser ajan paklitaksel ve bir siRNA kombinasyonunu uygulamak için bir lipozomal nanokariyerin kullanıldığı uygulamalar bulunmaktadır. Bir başka örnek ise geçtiğimiz birkaç yılda siRNA, zararlı hedef genleri susturmak için polimer nano kompleksler aracılığı ile hedefe ulaştırılmasıdır. Prostata özgü zar antijen PSMA reseptör ligandını içeren pH'a duyarlı bir hidrofilik polietilen glikol PEG kabuk, sistemik olarak siRNA’yı iletmiş ve prostat kanseri büyümesini önemli ölçüde bastırmıştır. Ek olarak, altın nanopartikül AuNP ve siRNA ile konjuge edilmiş küresel nükleik asitler SNA, onkoprotein olan Bcl2Like12 ekspresyonunu hedeflemiştir. Bu nanopartikül, kan-beyin bariyerini başarı ile geçerek beyne iletimi sağlamıştır ve sonuç olarak, beyin glioblastoma hücrelerinin apoptozunu artırdığı gözlemlenmiştir. - İlgili konu Nanoteknoloji ile beyin kanseri kök hücreleri hedef alınıyor Kanser immünoterapisinde nanoteknolojik yöntemler Tümör ilerlemesi sırasında, bağışıklık hücreleri ayrıca tümör immünosürveyansı olarak bilinen tümör hücrelerini tanıyabilir ve ortadan kaldırabilir. Bununla birlikte, tümör hücreleri, bağışıklık hücrelerini yeniden eğiterek veya yeniden programlayarak, konağın bağışıklık sistemini değiştirebilir ve bağışıklık sistemi kontrolünden kaçabilir. Bu nedenle, immünosupresif hücrelerin baskılanması veya immün hücrelerin anti-tümörijenik tiplere modüle edilmesi, tümör immün kaçışını baskılamak ve tümör büyümesini yavaşlatmak için ilgi çekici bir yaklaşımdır. Bağışıklık sisteminin aktivasyonunun artırılmasına odaklanılan tedavi yöntemi olan immünoterapi için de nanopartiküller devreye girer. Örneğin, doğuştan gelen bağışıklık sistemi ve edinsel bağışıklık sisteminin aktivasyonunu artırarak kanserli hücrelere karşı savunmayı teşvik eden CpG-ODN’in CpG-OligoDeoksiNükleotidler altın nanopartiküller ile taşınması sonucu daha güçlü bağışıklık yanıtlarının gözlemlendiği çalışmalar bulunmaktadır. Ek olarak, lipid-kalsiyum-fosfat nanopartikülleri, spesifik antijenik bağışıklık tepkilerini tetikleyebildiği ve lipozom-protamin-hyaluronik asit nanopartiküllerinin de siRNA iletimini düzenleyebildiği çalışmalarda gösterilmiştir. Makrofajlar, patojenleri ve hücresel kalıntıları ortadan kaldırmak için profesyonel fagositlerdir. Tümör mikro ortamında, tümörle ilişkili makrofajlar TAM'lar genellikle ya pro-tümör M2 tipi ya da anti-tümör M1 tipidir. Makrofajlar veya monositler genellikle tümör bölgesine alınır ve tümör oluşumunun ilk aşamalarında M1 tipine polarize edilir ve tümörün ilerlemesinde, makrofajlar M1'den M2 tipine dönüşür. CD8+ T hücrelerinin engellenmesine yardımcı olur. Tümör çevresindeki bu yapıları hedeflemek ve dönüşümleri engellemek adına hedefli terapötiklerin gönderilmesi kanser immünoterapisi için umut verici stratejiler olacaktır. Bir bağışıklık sistemi hücresi olan ve aktivasyonu engellenen CD8 + T hücrelerinin aktivasyonunun sağlanması için, dentrik hücreler adjuvanlar ile uyarılabilir. Bir nanopartikül olan poliinosinik-polisitidilik asit poli IC dentrik hücrelere ulaşarak adjuvan görevi görür ve böylelikle bağışıklık hücrelerinin aktivasyonu yine bir nanopartikül aracılığı ile gerçekleştirebilir. İnterferon gen uyarıcıları STING, kanser terapötikleri için nanoteknolojik yaklaşım gerektiren bir başka ilgi çekici hedeftir. Hücre içi STING reseptörlerinin, STING sinyal yolunu aktive etmesi gerekir. Bunun için de CGAMP siklik GMP-AMP gereklidir. CGAMP iletilmesi ile STING'i aktive edebilecek bir lipozomal nanopartikül, üçlü negatif meme kanseri tedavisi için bir seçenek olabilir. Başka bir çalışmada STING CDN ligandının sitozolik dağıtımına yardımcı olmak için STING'i aktive eden nanopartikülleri içeren polimer vezikülleri polimersomlar sentezlendi. Bu sistemde, cGAMP, endolizozomal asidifikasyondan sonra ayrılan polimerlere verimli bir şekilde kapsüllendi. Daha sonra STING-Nanopatiküller, cGAMP'ın terapötik aktivitesini güçlendirdi, tümör büyümesini kısıtladı ve hayatta kalmayı arttırdı ve ayrıca bağışıklık kontrol noktası inhibisyonuna yanıt verdi. mikroRNA’lar mRNA immün kaçış faktörlerinin ve proinflamatuvar sitokinlerin ekspresyonunu doğrudan inhibe etmek için kullanılabilirler. Birkaç mRNA çeşidinin kanser hücrelerinde PD-L1 immün checkpoint proteini ekspresyon seviyelerinde rol oynadığı bulunmuştur. Bugüne kadar, bir anti-tümör bağışıklık tepkisini tetiklemek için mRNA'nın tümör hücrelerine verilmesi için nanoteknolojik yöntemlerin kullanıldığı az sayıda çalışma bulunmaktadır, fakat kanser immünoterapisinin geliştirilmesinde kullanılabilecek potansiyel bir nanoteknolojik stratejidir. Alman BioNTech aşısını geliştiren Uğur Şahin ve Özlem Türeci'nin, kanser tedavisinde mRNA aşıları konusunda önemli çalışmaları bulunmaktadır. - İlgili konu Tedaviye dirençli kanserler için çözüm ışığı Mikro-RNA kullanımı Bir başka yeni immünoterapi yöntemi olarak CAR-T tedavisi ile, lösemi ve lenfoma tedavisi gibi hematolojik maligniteleri kan kanserleri olan hastaların tedavisinde büyük başarı elde edildi. CAR programlı lenfositlerde T hücresi reseptörlerini verimli bir şekilde devre dışı bırakmak için genom düzenleme proteinlerini CRISPR geçici olarak ifade etmek için mRNA’yı hedefe götürecek nanotaşıyıcılar geliştirildi. Sonuç olarak nanoparitküllerin mRNA'ları hedeflenen T hücrelerine etkili bir şekilde taşıyabildiğini ve ardından hedeflenen T hücrelerinin seçilen proteinleri ifade etmesine yol açtığını gösterildi. Kanser tanısında kullanılan nanomalzemeler Kanserde erken tanı, uygulanacak tedaviler yöntemi ve stratejileri hayati derece etkileyebilir. Erken tanı ve bununla birlikte başlayan erken tedavi, kanserli hücrelerin büyümesine ve yayılmasına fırsat tanımadan engelleyebilir. - İlgili konu Nanotanecik nedir, örnekleri nelerdir? Kanser tanısında nanoteknoloji Günümüzde kanserde erken tanı araçları arasında, pozitron emisyon tomografisi PET, manyetik rezonans görüntüleme MRI, bilgisayarlı tomografi BT ve ultrason kullanılmaktadır. Ancak bu görüntüleme sistemleri, farklı kanser türleri ve evresi hakkında yeterli klinik bilgi sağlanmaması nedeniyle sınırlıdır. Bu nedenle, hangi optimum tedavinin sağlanabileceğine bağlı olarak hastalık durumunun tam bir değerlendirmesini elde etmeyi zorlaştırır. Bu sebepten uygulanacak tedavi kadar tanı yöntemlerinin de gelişimi daha kapsamlı ve kesin tedavi stratejilerine olanak sağlayacağından kritik öneme sahiptir. Kanser tanısı için tümör dokusunun nanopartiküller ile görüntülenmesi, kanseri erken aşamalarında tespit etmeyi mümkün kılmıştır. Nanoteknolojideki gelişmeler ve bu alanda kullanılan araçlar ile kanser tanısında yeni stratejiler kazandırılmaya devam etmektedir. - İlgili konu Kanser tanısı nasıl konur? Kuantum dotlar Nesnelere nüfuz etme kabiliyetinin olmaması, görünür spektral görüntülemenin kullanımını sınırlar. Yakın kızılötesi spektrumda floresan yayan kuantum dotlar, bu sorunun üstesinden gelmek için tasarlanmış ve bu da onları kolorektal kalın bağırsak kanser, karaciğer kanseri, pankreas kanseri ve lenfomayı görüntülemek için daha uygun hale getirmiştir. Daha yüksek doku penetrasyon dokuya giriş derinliğine, daha yüksek uzaysal ve zamansal çözünürlüğe sahip ikinci bir yakın kızılötesi NIR pencere de kanser görüntülemeye yardımcı olmak için geliştirilmiştir. Nanokabuklar Nanokabuklar, boyutları 10 ila 300 nanometre arasında değişen, genellikle silikondan yapılmış ve ince bir metal kabukla genellikle altın kaplanmış dielektrik çekirdeklerdir. Plazma aracılı elektrik enerjisini ışık enerjisine dönüştürerek çalışırlar ve UV-kızılötesi emisyon / soğurma dizileri aracılığıyla optik olarak esnek bir şekilde ayarlanabilirler. Büyük boyutlar ile sınırlı olsalar bile görüntüleme işlemlerinde ağır metal toksisiteleri olmadığından tercih edilirler. Altın nanopartiküller Altın nanopartikül AuNP'ler, küçük boyutu, iyi biyouyumluluğu ve yüksek atom numarası nedeniyle iyi bir kontrast maddesidir. Yapılan son araştırmalara göre AuNP'lerin hücreleri hedeflemek için hem aktif hem de pasif hedefleneme de kullanılabilmektedir. Pasif hedefleme ilkesi, tümör dokularındaki geçirgenlik gerilim etkisi nedeniyle görüntülemeyi geliştirmek için altın nanopartiküllerin bir araya toplanmasıyla yönetilir. Aktif hedeflemeye, tümör hücrelerinin AuNP aktif hedeflemesini sağlamak için AuNP'lerin EGFR hedefli monoklonal antikorlar gibi tümöre özgü hedefli ilaçlarla birleştirilmesi aracılık eder. Bir grup araştırmacı karaciğer kanser hücreleri ile AuNP’leri karıştırdı ve X-ışını görüntüleme kullanarak, altın nanokompozit grubundaki karaciğer kanser hücrelerinin, sadece karaciğer hücrelerine göre daha güçlü bir görüntü verdiklerini keşfetti. Bu bulgular, vücutta birkaç milimetre çapında olacak kadar küçük tümörlerin tespit edilmesine olanak sağlayabilir ve bu da erken tanı için oldukça önemlidir. Biyobelirteçler Kanser biyobelirteçleri, ekspresyonunun tümörün varlığını ve durumu gösteren biyolojik özelliklerdir. Biyobelirteçler proteinler, protein parçaları veya DNA olabilir. Bu tür belirteçler, kanser hücrelerindeki değişiklikleri izlemek, hücresel süreçleri incelemek veya tanımlamak için kullanılmaktadır ve buradan elde edilen sonuçlar sonuçta tümörlerin daha iyi anlaşılmasına yardımcı olabilmektedir. Kanser taraması için alınan kan, idrar veya tükürük örneklerinde aranan biyobelirteçlerin tamamen yeterli olduğu henüz kanıtlanmadığından daha fazla araştırılma ihtiyacı duyulmuştur. Alınan bu örneklerde anormal olarak eksprese edilen protein, peptit, glikan ve antikorların ekstrakt modelleri proteomik teknolojinin gelişimi ile protein biyobelirteçlerinin keşfine imkan sağlamıştır. Ancak protein profilleme testlerinde düşük moleküler ağırlığa sahip olan protein biyobelirteçlerinin kaybına neden olan engeller bulunmakta. Bu problemin de ortadan kaldırılmasında nanoteknoloji devreye girmiştir. Kullanılan nanopartiküller ile düşük moleküler ağırlıklı protein biyobelirteçleri yakalanabilen iki farklı çalışma mevcuttur. Ayrıca kütle spektrometresinin hassasiyetinin artırılmasında ve immüno-tarama veya tümör hücrelerinin özelliklerini incelenmesinde de nanoteknolojik çalışmalar bulunmaktadır. Biyobelirteçlerin nanoteknoloji ile taranmasından hala yanlış pozitif ve yanlış negatif sonuçlar nedeniyle daha fazla çalışmaya ihtiyaç duyulmaktadır. Kanser tedavisinde kullanılan nanomalzemeler Nanoteknolojinin gelişimi kanser tedavisinde de gelişmeleri beraberinde getirmiştir. Bu gelişmeler küçük moleküler yapıların ve partiküllerin ilaç salınımında bir araç olarak kullanılma imkanı sunmuştur. Lipozomlar İlaç taşıma sistemlerinde kullanılan lipozomlar aktif veya pasif olarak çalışabilir. Pasif hedefleme de tümör dokularındaki geçirgenlik gerilim etkisi altında, damarlardaki boşluklar sayesinde tümör içine girebilir ve burada hücreler ile kaynaşabilir. Hücre içi boşlukta ise ilaç salınımını gerçekleştirebilir. Aktif hedefleme de ise lipozoma bağlı antikorlar, tümöre özgü antijenleri hedefler ve ardından ilaçları tümöre taşıyabilirler. Ayrıca uygun pH, redoks potansiyeli, ultrasonik ve elektromanyetik alan gibi durumlar sağlandığında da lipozomlar ilaç salınımını aktif veya pasif yollarla gerçekleştirebilir. Boyutlarına göre tümörlere nüfuz etme kabiliyetleri ve yarılanma ömürleri farklılık gösterebilir. Örnek olarak, adriamisinin lipozomal formları, önemli derecede klinik yarar gösterdiklerinden dolayı metastatik yumurtalık kanserinin tedavisi için kullanılmaktadır. - İlgili konu Over yumurtalık kanseri metastazının mekanizması çözüldü – sırada engel olmak var Karbon nanotüpler Karbon nanotüplerin yüzey alanları, metal özellikleri, elektriksel ve termal iletkenlikleri gibi fiziksel ve kimyasal özellikleri nedeniyle, büyük ölçekli biyomedikal uygulamalar için çok uygun bir nanoteknolojik adaydır. Ayrıca yakın kızılötesi ışığı emme yetenekleri ile onların termak etki ile ısınmalarını sağlar ve tümör hücrelerini hedefleyebilirler. Örnek olarak ise paklitaksel gibi ilaçlar ile kombinasyon olarak kanser tedavisinde kullanılmasına yönelik in vitro ve in vivo çalışmalar mevcuttur. Polimerik miseller Polimerik nanopartiküller, nanokapsüller veya polimer miseller olarak bilinirler. İlaç taşıma sistemleri için bildirilen ilk polimerlerdir ve hidrofobik ilaçlar ile kullanılırlar. Hidrofobik makromoleküller ve ilaçlar, polimerik nanopartiküllerin merkezine aktarılabilir ve sulu bir çözelti içerisinde enjeksiyon ile terapötik etki sağlayabilir. Polimerik nanopartiküller potansiyel olarak kanser hücrelerine kıyasla sağlıklı dokularda sitotoksisiteyi hücre öldürücülük düşürmek için alternatif yollar sağlayabilir. Ancak kanser nanotıbbı için, ilaçların hedefe sınırlı yan etkiler ve ilaç direnci ile etkili bir şekilde nasıl ulaştırılacağı konusunda hala zorluklar bulunmaktadır. Örneğin, adriamisin ile konjuge nanomateryal, bir dereceye kadar terapötik etkiye ulaşmış ve çeşitli kanser türleri için tedavi amaçlı kullanılmıştır, fakat toksisite ve kalp problemlerinin dahil olduğu birçok yan etki sebebiyle kullanımı sınırlandırılmıştır. Faydaları göz önüne alındığında polimerik miseller ile ilaç hedeflendirmesinin daha güvenli sağlanması için daha fazla çalışma gerekmektedir. Dendrimeler Polimerin boyut, yük, çoklu ligand grupları, lipit çift katmanlı etkileşimleri, sitotoksisite, hücre içine alınımı, plazmaya tutma süresi, biyolojik dağılımı ve dendritik makromoleküllerin filtrasyonu dahil olmak üzere fizikokimyasal ve biyolojik özellikleri, dendrimerleri potansiyel nano boyutta taşıyıcılar haline getirmiştir. Genel olarak, dendritik ilaç konjugatları, antitümör ilaçların dendritik periferal gruplara kovalent bağlanmasıyla oluşturulur. Bu nedenle, her dendritik moleküle birkaç ilaç molekülü bağlanabilir ve bu terapötik moleküllerin salınması, kısmen bu bağlanmanın doğası ile kontrol edilir. Dendrimerlerin ek bir avantajı, DNA-poliamidlerinde görüldüğü gibi DNA'ya bağlanma yetenekleridir ve bu da onları folat reseptörü eksprese kanser hücrelerini öldürmede oldukça etkili kılar. Kuantum dotlar Kuantum noktaları vücudun belirli bölgelerinde toplanarak ilaçları bu bölgelere aktarabilir. Kuantum dotların tek bir iç organda konsantre olma yeteneği, onları hedeflenmemiş ilaç dağıtımına karşı potansiyel bir çözüm haline getirir ve kemoterapinin yan etkilerinin de ortadan kaldırılmasına imkan sağlayabilir. Sonuç Nanoteknoloji, yıllar içinde kanser tedavisinde çok fazla umut vaat etmiştir. Nanomalzemeler geliştirilmiş farmakokinetik ve farmakodinamik özellikleri ile kanser tanısının ve tedavisinin iyileştirilmesine katkıda bulunmuştur. Nanoteknoloji, özgünlükleri nedeniyle minimum sistemik toksisite ile etkilenen organlarda hedeflenen ilaç salınımına olanak sağlar. Ancak diğer terapötik seçeneklerde olduğu gibi, nanoteknoloji de tamamen toksisitelerden yoksun değildir, bu nedenle klinik uygulamalarda aksamalar olmaktadır. Nanoteknoloji ile ilgili sınırlamalar göz önüne alındığında, ilaç salınımını iyileştirmek, dezavantajları minimumda tutarken etkinliklerini en üst düzeye çıkarmak için daha fazla çalışmalara ihtiyaç vardır. Kullanılan nanomalzemelerin fizikokimyasal özellikleri arasındaki etkileşimleri geliştirerek, kanser yönetiminde tanı ve tedavi için daha güvenli ve daha etkili türevler sağlanabilir.
Artık etkinlikleri net olarak kanıtlanması ve ülkemizde de aktif kullanımda olmaları nedeniyle, sikline bağımlı kinaz 4 ve 6 CDK4/6 inhibitörleri, hormon reseptörü pozitif, HER2 negatif metastatik meme kanseri tedavisinde standart bakımdır. Şimdi soru şu CDK4/6 inhibitörü ve endokrin tedavisi ile hastalık ilerledikten sonra, bir sonraki hareket ne olmalı? CDK4/6 sonrası CDK4/6 inhibitörleri, hormon pozitif meme kanserli hastalar için sağkalım sonuçlarını önemli ölçüde iyileştirmiş olsa da, hastalar her zaman hastalık progresyonu yaşarlar. Edinilmiş direnç tedaviye engeldir. CDK4/6 inhibitörleri sonrası aşağıdaki seçenekler akla gelmektedir; yazıda bunları sırayla inceliyoruz PI3K/AKT/mTOR hücresel sinyal yolu Hedeflenebilir genetik değişimleri tespitte likit biyopsi AKT sinyal yolu HER2 mutasyonu ESR1 mutasyonu Histon deasetilaz HDAC inhibitörleri ve BCL2 inhibitörleri PIK3CA mutasyonlarını hedefleme SAFIR02 adlı klinik araştırmada, hormon reseptörü-pozitif HER2-negatif metastatik meme kanserli hastaların % 28'inde PIK3CA geninin 9 veya 20. eksonlarında mutasyon saptandı. Bu hastalarda tedaviye yanıt ve stabil hastalık düşüktür; dolayısı ile daha yüksek hastalık progresyonu oranları ve daha kötü genel sağkalım gözlenmektedir [PIK3CA wilt tip mutasyonsuz hastalık için ortanca aya karşı mutasyon olanlar için ay; P = .04]. Veriler, PIK3CA mutasyonunun prognostik hastalık gidişatını öngörücü olduğunu gösterdi. BOLERO-2, PI3K/AKT/mTOR yolunu hedeflemenin yararını doğrulayan ilk randomize denemeydi. Ayrıca, özellikle mTOR'u hedefleyen bir PI3K yolağı inhibitörünün onaylanmasına da yol açtı everolimus. Tümör dokusunun veya dolaşan tümör hücresi DNA'sının ctDNA analizi, everolimus artı eksemestanın hem PIK3CA mutasyonlu hem de wild tip tümörlerde etkili ve plasebo ile karşılaştırıldığında yaklaşık 7 ay ve 3 ay civarında ortanca progresyonsuz sağkalım sürelerina sahip olduğunu göstermiştir. Bununla birlikte, bu verilerin daha önce bir CDK4/6 inhibitörü almamış hastalardan geldiğini not etmek önemlidir. Daha önce bir CDK4/6 inhibitörü ile tedavi edilen hastalarda everolimusun yararını değerlendirmek, retrospektif İtalyan EVERMET çalışmasının amaçlarından biriydi. Hastalara everolimus artı eksemestan ya birinci basamak ya da ikinci basamak bir tedavi olarak verildi ilk basamakta CDK4/6 inhibitörü veya başka bir hormon tedavisi. İlk aşamada bu rejimle tedavi edilen hastaların en iyi progresyonsuz sağkalıma ortanca yaklaşık 12 ay sahip olması beklenmedik bir durum değil, ancak ilginç olan, hastaların önceki tedavisinin CDK4/6 olup olmadığına bakılmaksızın progresyonsuz sağkalımın oldukça benzer olmasıdır; inhibitör bazlı veya değil sırasıyla yaklaşık 5 ve 7 aylık ortancalar. Bu bulgular, bir CDK4/6 inhibitörü üzerinde hastalık progresyonundan sonra everolimus kullanımına destek olduğunu gösterdi, ancak elbette bu veriler geriye dönük ve yalnızca hipotez oluşturucudur. Onaylanacak ikinci PI3K yolu inhibitörü, alfa seçici inhibitör alpelisibdi. Alpelisibi değerlendiren temel çalışma olan SOLAR-1, mutasyon durumundan bağımsız olarak hastaları kaydetmiştir. PIK3CA mutasyonlu hasta alt grubunda, ortanca progresyonsuz sağkalım alpelisib artı fulvestrant ile 11 aya karşılık tek başına fulvestrant ile aydı tehlike oranı [HR] = P = .00065; mutasyonu olmayan hastalarda hiçbir fayda gösterilmemiştir. Bu bulgu, PIK3CA mutasyon durumundan bağımsız olarak everolimusun yararının görüldüğü BOLERO-2'den biraz farklıydı. Teşvik edici bir eğilim gösterilmesine rağmen, genel sağkalım iyileşmedi. En önemlisi, iç organ metastazlı hastalar alpelisibdeb dahah fazla fayda gördü; bu, bu yüksek riskli hastalarda alpelisib kullanımı için destek oluşturdu. PIK3CA testi Likit biyopsi ile mi başlamalı? Takipteki bir hastada doku biyopsisi yapmak pratik olmadığı için, önce likit biyopsi yapıp, bu sonuç negatifse doku biyopsisi yapmak tercih edilen bir yöntemdir. Bu öneri, ctDNA'da kanda dolaşan tümör DNA PIK3CA tespiti ile tümör dokusu arasında uyumsuzluk bulan bir SOLAR-1 biyobelirteç analizine dayanmaktadır. Likit ctDNA wilt tip tümörlü 188 hastadan % 38'inin, daha sonra, doku tümör testi ile bir mutasyona sahip olduğu bulunmuştur ve bu hastalar alpelisibden yararlanmıştır. Bu bulgu, yalnızca ctDNA'ya güvenirsek, hastaların %40'ına kadar alpelisib tedavisini kaçırabileceğimiz anlamına gelir. Bir CDK4/6 inhibitörü sonrasında hastalık progresyonu olan hastalarda alpelisibin etkinliğini değerlendirmek önemliydi. SOLAR-1 hasta grubunun yalnızca %6'sı bu tür hastaları içerse de, sonraki BYLieve denemesi, bir CDK4/6 inhibitöründen sonra hastalık progresyonu olan hastaların büyük bir kısmını içermiştir. Eşzamanlı verilen endokrin tedavi bir aromataz inhibitörü ise, hastalara alpelisib artı fulvestrant kohort A; fulvestrant ise alpelisib artı letrozol kohort B aldılar. Her iki grupta da birincil sonlanım noktası, 6 aylık progresyonsuz sağkalım, karşılandı. 6 ayda ilerleyici hastalığı olmadan yaşayan hastaların yüzdesi, A kohortunda %50,4 ve B kohortunda %46,1 idi; ortanca progresyonsuz sağkalım sırasıyla ve aydı. Kohort A, hastaların %50'sinden fazlasının 6 ayda hastalık progresyonu olmadan hayatta olduğu birincil son noktayı karşıladı. Bulgular, bir CDK4/6 inhibitörü ile tedaviden sonra alpelisib kullanımına destek veriyor. Sonuçların, çoğu hastanın daha önce CDK inhibitörü almadığı SOLAR-1 ile güzel bir şekilde karşılaştırıldığını görmek güven verici 6 ayda hastalık progresyonu olmadan sağkalan hasta oranı %44. Daha yeni çalışmalar, 3'lü kombinasyon ile PI3K inhibitörleri artı CDK4/6 inhibitörleri artı endokrin tedavisini denedi, ancak toksisite bu çabaları zorlaştırdı. Diğer hedefler Diğer çalışmalar, AKT sinyal yolağını hedeflemeyi değerlendiriyor. Randomize faz II FAKTION çalışmasında, aromataz inhibitörlerine dirençli hastalarda capivasertib artı fulvestrant tek başına fulvestrant ile karşılaştırıldı. Ortanca progresyonsuz sağkalım aya karşılık aydı HR = P = .0044 ve ortanca genel sağkalım sırasıyla karşı aydı HR = P = .071. Bu umut verici kombinasyonun faz III CAPItello-291 denemesi şu anda devam ediyor. Capivasertib artı paklitakselin faz I/II BEECH denemesi ve ipatasertib artı paklitaksel ile ilgili faz III IPATunity130 çalışması da dahil olmak üzere, diğer çalışmalar, AKT inhibitörünün bir endokrin ajan yerine paklitaksel ile kombine edildiğinde sonuçların o kadar iyi olmadığını göstermektedir. Her iki çalışmada da kombinasyonlar, tek başına paklitaksele göre progresyonsuz sağkalımı iyileştirmede başarısız olmuştur. Hormon reseptörü pozitif meme kanserinde AKT'yi hedefleyeceksek, muhtemelen bir endokrin partner kullanmalıyız, kemoterapi değil. HER2 Mutasyonları Meme kanseri denince aklımıza HER2 reseptörünün overexpresyonları gelir ve bu durum için başta trastuzumab, pertuzumab ve TDM-1 gibi oldukça etkili ilaçlar vardır. Fakat HER2'nin, overexpresyon dışı farklı değişimleri de mevcutttur amplifikasyon ve HER2 gen mutasyonları gibi. Aşağıda, farklı kanserlerde görülen HER2 değişiklikleri görülebilir HER2 mutasyonları, östrojen reseptörü pozitif meme kanserinde de iyi bir hedef olduğunu kanıtlayabilir. SUMMIT sepet çalışmasının bir kolu, çoğunlukla daha önce fulvestrant ve bir CDK4/6 inhibitörü almış hastalarda neratinib artı trastuzumab ve fulvestrantı değerlendirdi. Yanıt oranı %46 ve ortanca progresyonsuz sağkalım aydı ve bazı hastalarda 144 haftadan fazla remisyon görüldü. Bu çalışma, HER2 mutasyonu olan hastalarda bir tirozin kinaz inhibitörü kullanımını desteksağlıyor. Devam eden bir faz II çalışması, HER2 mutasyonlu tümörlerde tucatinib artı trastuzumabı ve hormon reseptörü pozitifse fulvestrant ikinci basamak veya daha sonraki bir tedavi olarak değerlendirmektedir. Kombinasyon etkiliyse ve neratinibden daha az ishale neden oluyorsa, çalışma, HER2 mutasyonlarını daha iyi tolere edilen bir ilaçla hedefleme stratejisini doğrulayacaktır. Aşağıda, HER2 pozitif kanserlerde kullanılan ve denenen ilaçlar listelenmiştir ESR1 Mutasyonları ESR1 mutasyonları da, kanser tedavisi sırasında, kanser hücrelerinin bulduğu kaçış noktalarından biri. Tedavi ile edinilmiş gibi görünmeyen PIK3CA mutasyonlarının aksine, CDK inhibitör tedavisinden sonra ESR1 mutasyonlarının kazanıldığını görüyoruz. Birkaç denemeden elde edilen verilere göre, CDK4/6, PI3K veya mTOR inhibitörleri üzerinde ilerleyen hormon reseptörü pozitif, HER2 negatif hastalığı olan hastaların dörtte birinden fazlasında ESR1 mutasyonları gözlenir. Birinci basamakta bir aromataz inhibitörü artı palbosiklib ile tedavi edilen hastayı içeren faz III PRADA-1 çalışması, bu mutasyonların nasıl elde edilebileceğini ve etkili olduğunda tedavinin bunları nasıl temizleyebileceğini gösterdi. Hastalara kayıt sırasında ve tedavi sırasında ESR1 mutasyonları için hücresiz DNA testi uygulandı. Başlangıçta, hastaların %3'ünde bir ESR1 mutasyonu vardı, ancak bu durum prognozu etkiledi mutasyonu olanlar için ortanca progresyonsuz sağkalımları aydı ve mutasyonları olmayan hastalar için aydı HR = P< .001. İlginç bir şekilde, bu mutasyonları tedavi sürecinde erkenden kaybolan hastalar için, ortanca progresyonsuz sağkalım, wilt tipteki muadillerine rakip olarak 24,1 aya yükseldi. PRADA-1, bir ESR1 mutasyonu geliştiren ancak henüz hastalık progresyonu geçirmemiş hastalar için endokrin ajanın fulvestranta geçişinin etkisini değerlendirmektedir. Diğer yeni yaklaşımlar Birçok farklı ilaç adayı, oral selektif östrojen reseptör baskılayıcıları olarak değerlendirilmektedir. Ek olarak, histon deasetilaz HDAC inhibitörleri ve BCL2 inhibitörleri de dahil olmak üzere birçok dikkat çekici deneme mevcuttur. HDAC inhibitörü entinostatın hayal kırıklığı yarattığı kanıtlanmış olsa da, yakın zamanda tucidinostat için olumlu sonuçlar bildirilmiştir. Ayrıca, bazı kan kanserlerinde etkili olan BCL2 inhibitörü venetoclax ile görülen erken sonuçlar cesaret vericidir. BCL2, primer östrojen reseptörü pozitif tümörlerin %80'inden fazlasında aşırı eksprese edilen anti-apoptotik bir proteindir. Bir faz Ib çalışmasında venetoclax artı tamoksifen, daha önce tamoksifen, CDK4/6 inhibitörleri veya everolimus artı endokrin tedavisi ile tedavi edilen hastalarda %62 ila %100'lük klinik fayda oranlarına yol açmıştır. Devam eden faz II VERONICA çalışması, CDK4/6 inhibitör tedavisinden sonra venetoklaks artı fulvestrantı değerlendirecek ve hastaları yüksek ve düşük BCL2 ekspresyonuna göre sınıflandıracaktır. Sacituzumab govitecan-hziy gibi antikor-ilaç konjugatları ve immünoterapi ve fibroblast büyüme faktörü inhibitörlerini içeren kombinasyonlar da klinik deneylerde değerlendirilmektedir. * Bonus içerik Meme kanseri tedavileri daha iyi anlamak için hazırladığımız infografik poster Kaynak 1. Hurvitz S Metastatic ER+ breast cancer Beyond CDK4/6 inhibition. 2021 Miami Breast Cancer Conference. Presented March 5, 2021. 2. Mosele F, Stefanovska B, Lusque A, et al Outcome and molecular landscape of patients with PIK3CA-mutated metastatic breast cancer. Ann Oncol 31377-386, 2020. 3. Hortobagyi GN, Chen D, Piccart M, et alCorrelative analysis of genetic alterations and everolimus benefit in hormone receptor-positive, human epidermal growth factor receptor 2-negative advanced breast cancer Results from BOLERO-2. J Clin Oncol 34419-426, 2016. 4. Moynahan ME, Chen D, He W, et al Correlation between PIK3CA mutations in cell-free DNA and everolimus efficacy in HR+, HER2- advanced breast cancer Results from BOLERO-2. Br J Cancer 116726-730, 2017. 5. Nichetti F, Marra A, Giorgi CA, et al Efficacy of everolimus plus exemestane in CDK 4/6 inhibitors-pretreated or naive HR-positive/HER2-negative breast cancer patients A secondary analysis of the EVERMET study. ESMO Virtual Congress 2020. Abstract 337P. Presented September 17, 2020. 6. André F, Ciruelos EM, Juric D, et al Alpelisib plus fulvestrant for PIK3CA-mutated, hormone receptor-positive, human epidermal growth factor receptor-2-negative advanced breast cancer Final overall survival results from SOLAR-1. Ann Oncol 32208-217, 2021. 7. Andre F, Ciruelos E, Rubovszky G, et al Overall survival results from SOLAR-1, a phase III study of alpelisib plus fulvestrant for hormone receptor-positive, human epidermal growth factor receptor 2-negative advanced breast cancer. ESMO Virtual Congress 2020. Abstract LBA18. Presented September 19, 2020. 8. Ciruelos EM, Loibl S, Mayer IA, et al Clinical outcomes of alpelisib plus fulvestrant in hormone receptor-positive, human epidermal growth factor receptor 2-negative advanced breast cancer with PIK3CA alterations detected in plasma ctDNA by next-generation sequencing Biomarker analysis from the SOLAR-1 study. 2020 San Antonio Breast Cancer Symposium. Abstract PD2-06. Presented December 9, 2020. 9. Rugo HS, Lerebours F, Ciruelos E, et al Alpelisib + fulvestrant in patients with PIK3CA-mutated hormone receptor-positive, human epidermal growth factor receptor 2-negative advanced breast cancer previously treated with cyclin-dependent kinase 4/6 inhibitor + aromatase inhibitor BYLieve study results. ASCO20 Virtual Scientific Program. Abstract 1006. Presented May 29, 2020. 10. Rugo HS, Lerebours F, Juric D, et al Alpelisib + letrozole in patients with PIK3CA-mutated, hormone-receptor positive, human epidermal growth factor receptor-2-negative advanced breast cancer previously treated with a cyclin-dependent kinase 4/6 inhibitor + fulvestrant BYLieve study results. 2020 San Antonio Breast Cancer Symposium. Abstract PD2-07. Presented December 9, 2020. 11. Jones RH, Casbard A, Carucci M, et al Fulvestrant plus capivasertib versus placebo after relapse or progression on an aromatase inhibitor in metastatic, oestrogen receptor-positive breast cancer FAKTION A multicentre, randomized, controlled, phase 2 trial. Lancet Oncol 21345-357, 2020. 12. Turner NC, Alarcón E, Armstrong AC, et al BEECH A dose-finding run-in followed by a randomised phase II study assessing the efficacy of AKT inhibitor capivasertib AZD5363 combined with paclitaxel in patients with estrogen receptor-positive advanced or metastatic breast cancer, and in a PIK3CA mutant sub-population. Ann Oncol 30774-780, 2019. 13. Turner N, Dent R, O’Shaughnessy J, et al Ipatasertib + paclitaxel for PIK3CA/AKT1/PTEN-altered hormone receptor-positive HER2-negative advanced breast cancer Primary results from Cohort B of the IPATunity130 randomised phase III trial. ESMO Virtual Congress 2020. Abstract 283MO. Presented September 18, 2020. 14. Jhaveri K, Saura C, Guerrero-Zotano A, et al Latest findings from the breast cancer cohort in SUMMIT A phase 2 basket’ trial of neratinib + trastuzumab + fulvestrant for HER2-mutant, hormone receptor-positive, metastatic breast cancer. 2020 San Antonio Breast Cancer Symposium. Abstract PD1-05. Presented December 9, 2020. 15. Bidard FC, Callens C, Dalenc F, et al Prognostic impact of ESR1 mutations in ER+ HER2- MBC patients with prior treatment with first-line AI and palbociclib An exploratory analysis of the PRADA-1 trial. ASCO20 Virtual Scientific Program. Abstract 1010. Presented May 30, 2020. 16. Jiang Z, Li W, Hu X, et al Tucidinostat plus exemestane for postmenopausal patients with advanced, hormone receptor-positive breast cancer ACE A randomised, double-blind, placebo-controlled, phase 3 trial. Lancet Oncol 20806-815, 2019. 17. Lok SW, Whittle JR, Vaillant F, et al A phase Ib dose-escalation and expansion study of the BCL2 inhibitor venetoclax combined with tamoxifen in ER and BCL2-positive metastatic breast cancer. Cancer Discov 9354-369, 2019.
Son 20 yılda hepatosellüler kanserdeki değişiklikler, “Liver International” Dergisi’nde yayımlanan çarpıcı bir makale ile özetlenmiştir. Bu çalışmada 1986 - 1992 yılları arası ile 2006 – 2012 yılları arası tedavi edilen 1318 hepatosellüler kanser HCC hastası incelenmiştir. Bu iki dönemde gerek teknoloji gerekse tedavideki yeniliklerin hastalara getirdiği olumlu durumlar makalede tartışılmıştır. Hepatosellüler kanser, karaciğer kanserleri içinde en sık görülen ve doğası gereği yönetimi zor olan tümör çeşitlerinden birisidir. Hepatosellüler kanser dediğimizde ilk akla gelen Hepatit B virüsüdür. Çünkü dünyada hepatosellüler kanserlere neden olan faktörlere genel olarak baktığımızda neredeyse % 66’sı Hepatit B ilişkilidir. Her şeyden önce hepatosellüler kanserin % 66’sı Hepatit B ile ilişkili olduğuna göre, bu önlenebilir bir kanserle karşı karşıya olduğumuzu gösterir. Bir başka deyişle, doğumdan itibaren Hepatit B virüsü aşıları düzgün takip edilirse neredeyse dünyada varolan hepatosellüler kanserlerin %70’e yakını ortadan kaldırılabilir. Son 20 yıla baktığımızda, karaciğer nakline kadar giden cerrahi tedavi yöntemleri dünyada kolay uygulanır hale gelmiştir. Bununla birlikte alkol enjeksiyonu, radyofrekans ablasyon tümörü yakarak yok etme işlemi ya da kriyoablasyon tümörü dondurarak yok etme işlemi gibi lokal ablatif tedavilerin ilave olması ciddi avantajlar sağlamıştır. Ayrıca, kemoterapi ile birlikte atardamardan tedaviler, özellikle tıkayıcı yani embolizan ajanların ve radyoaktif maddelerin başarıyla kullanılması bu hasta grubunda geçtiğimiz son 20 yılda tedaviye yönelik önemli değişikliklerdir. Bununla birlikte bilindiği üzere hedeflenmiş tedaviler son 10 yılda neredeyse tüm tümörlerde bir sağkalım artışına neden olmuştur. Ayrıca hepatosellüler kanserde sorafenib adlı hedeflenmiş ilaç, tedavide sağkalım farkı yaratmıştır. İleri evre veya ameliyatla çıkarılamayacak tümöre sahip karaciğer kanserleri hastalar için 2017 yılına kadar etkili ikinci basamak tedavi seçeneği bulunmuyordu. 2017'de önce regorafenib, sonra kanser immünoterapisi nivolumab FDA onayı alarak, sorafenib sonrası hastalar için yeni tedavi imkanları doğmuş oldu. Gelin şimdi hepatosellüler kanser tedavisinde son 20 yılda nelerin değiştiğini ve nelerin değişmesi gerektiğini özetleyelim 1 Hepatit B virüsünün 1986’dan 2012 yılına kadar hepatosellüler kansere neden olan en önemli etken olduğunu görüyoruz 1986 – 1992 % 2006 – 2012 % 66. Yani bu kanser türü önlenebilir bir hastalık olmasına rağmen 1986 - 1992 ve 2006 - 2012 yılları arasında Hepatit B’ye bağlı hepatoselüler kanser görülme sıklığının değişmediğini görüyoruz. Bu da ülkelerin bölgesel önleyici bir strateji konusunda yeterince bilinçli olmadığını ve bu nedenle de hiçbir değişikliğin meydana gelmediğini gösteriyor. 2 2006 - 2012 yılları arasına bakıldığında, erken evrede kanser tanısı konma oranının daha fazla olduğu görülüyor. 3 Cerrahi rezeksiyon oranlarına bakıldığında belirgin bir değişikliğin olmadığı gözüküyor. Ancak bununla birlikte 1986 - 1992 yılları arası transarteriyel kemoembolizasyon tedavileri fazlayken, 2006 – 2012 yılları arası daha çok lokal ablatif tedavilerin uygulandığı gözleniyor. Eskiden tümör damarlarını tıkayıcı tedaviler daha fazla kullanılırken, teknolojinin ilerlemesi ve dışarıdan ciltten karaciğer içine iğne ile girerek bir tür yakma yöntemi olan radyofrekans ablasyonun kullanımının belirgin olarak artışı söz konusu. Arteriyel kemoembolizyon uygulama oranı % iken, sonrasında lokal ablatif tedavi uygulamalarının oranı %55 olarak tespit edilmiş. Bu da teknolojinin olumlu yönde kullanımı olarak özetlenebilir. Transarteriyel tedavilere bakıldığında hem hasta hem de uygulayıcı için daha zor ve daha riskli yöntemler iken, bugün artık radyofrekans ablasyonun kullanımı çok daha pratik hale gelmiştir. Girişimsel radyoloji tarafından kolaylıkla tercih edilip uygulanabilmektedir. Bu da lokal ablatif tedavilerin bu yönde geliştiğini bize göstermektedir. 4 Çok önemli olan noktalardan birisi de, tüm bu gelişmelere bakıldığında 2006 ile 2012 yılları arası tedavi edilen hepatosellüler kanserli hastaların yaşam sürelerinin 1986 - 1992’ye nazaran belirgin olarak daha uzun olduğu yönündedir ortalama yaşam süresi 1986 – 1992 ay, 2006 – 2012 65 ay. Bu da gösteriyor ki en önemli değişikliklerden biri, uzun sağkalımın en temel belirleyicilerinden birisi olan kanserin erken evrede yakalanması ile yaşanmıştır. 20 yıllık sürece baktığımızda yaşam sürelerinin uzaması, karaciğer kanserinin erken evrede belirlenmesi ve tedavideki gelişmelerden kaynaklanmaktadır. Bununla birlikte, Hepatit B virüsünün bu kansere % 66 oranında neden olmasının değişmemesi bizi hayal kırıklığına uğratmaktadır. Oysa, bu 20 yılda toplumun ve hekimlerin bilinçlendiğini, bilgiye daha kolay ulaşılabilir olduğunu ve insanların tıbbi durumları ile ilgili sorgulamaları daha ön planda yaptığını düşünürsek, Hepatit B oranında değişikliğin olmaması bizim için hayal kırıklığıdır. Bu da bize yeni bir hedefi ortaya koymaktadır; tedaviye mi yoksa koruyuculuğa mı önem vermeliyiz? Bu dengeyi sanırım iyi kurmalıyız. Sanki geçtiğimiz 20 yılda koruyucu yaklaşımlardan ziyade tedaviye odaklanmış gibi görünüyoruz. Oysa %66 oranında yok edilebilecek bir hastalıkta tüm ülkelerin stratejisi, tedavi araştırmaları için yapılan yatırımların bir o kadarı hatta belki daha da fazlası koruyuculuk üzerine olsa, daha başarılı sonuçlar elde edilebilir. Kaynak Yim SY, Seo YS, Jung CH. The management and prognosis of patients with hepatocellular carcinoma what has changed in 20 years? Liver Int. 2015 Sep
Prof. Dr. İlknur Erenler Bayraktar Önlenebilir kanserler arasında yer alan kolon kanserinin yeni tanı ve tedavi yöntemlerinde her geçen gün önemli gelişmeler yaşanıyor. Son dönemde gelişen teknolojiyle birlikte tedavilerde sıklıkla kullanılmaya başlanan robotik cerrahi sayesinde, hastanın iyileşme süresi kısalıyor, yaşam kalitesi yükseliyor ve hastalığın tekrarlama riski de azalıyor. Memorial Şişli Hastanesi Genel Cerrahi Bölümü’nden Prof. Dr. İlknur Erenler Bayraktar, kolon kanserinin tedavisinde modern cerrahi yöntemleri ve robotik cerrahi hakkında bilgi verdi. Kolon kanseri, sindirim sisteminin ince bağırsaktan sonra gelen kısmı olan kalın bağırsakta başlayan kanser türüdür. Tipik olarak ileri yaştaki kişileri etkileyen kolon kanseri gençlerde de görülebilir. Kolonun içinde oluşan polip olarak adlandırılan iyi huylu hücre kümeleriyle başlayan sorun zamanla kolon kanserine dönebilir. Poliplerin kansere dönmeden önce tespit edilip çıkarılması kolon kanserini önlemeye yardımcı olmaktadır. Eğer kolon kanseri gelişirse cerrahi, radyasyon tedavisi, kemoterapi, hedefe yönelik ilaçlar ve immünoterapi gibi pek çok tedavi süreci hastayı beklemektedir. İşlenmiş gıdalar kolon kanseri riskini artırıyor Her yaşta görülebilen bu kanser türünde bağırsakta poliplerin olması, ailede kolorektal kanser hastalarının bulunması, bazı genetik bozukluklar, kadınlarda yumurtalık-meme veya kanser hikayesinin olması, işlenmiş-hayvansal gıdaların çok tüketilmesi riski arttıran faktörlerdir. 45 yaş üstü bireylerin taranması gerekiyor Kolorektal kanserleri risk faktörlerini bilerek önlemek mümkün olabilmektedir. Örneğin yaş büyük bir risk faktörüdür. Kolorektal kanserler her yaşta görülebilir ancak çoğu kolorektal kanser hastası 45 yaşın üzerindedir. Bu nedenle 45 yaş üstü bireylerin düzenli olarak tarama testlerini yaptırması hayati önem taşır. Kolon kanseri taramasında kullanılan yöntem kolonoskopidir. Kolonoskopi ile tüm kalın bağırsak incelenir. Polipler alınabilir, tümör veya iltihap şüpheli alanlardan kolonoskopi ile biyopsi alınarak tanı konulabilir. Açıklanamayan kilo kaybını önemseyin Kolon kanseri belirtileri hastalığın ilk evrelerinde görülmeyebilir. Belirtiler kanserin bağırsaktaki yeri ve büyüklüğüne bağlı olarak değişebilmektedir. Bazı kolon kanseri belirtileri şöyle sıralanabilir 4 haftadan fazla süren kabız ya da ishal Dışkıda kan Karında kalıcı kramp veya gaz ağrısı Bağırsağın tamamen boşalmadığı hissi Zayıflık veya yorgunluk Açıklanamayan kilo kaybı Erkek hastalarda nedeni bilinmeyen kansızlık Kolon kanserinde hastanın genel durumu, kanserin evresi, kanserli bölümün bulunduğu yer değerlendirerek tedavi şekillenir. Cerrahi yöntemler, kemoterapi, radyoterapi tedavide kullanılır. Hastalığın evresine göre öncelik sırası değişir. Erken evrelerde cerrahi ile tedaviye başlarken, daha ileri evrelerde cerrahi öncesinde veya sonrasında kemoterapi ve radyoterapi de gerekebilir. Bazen de cerrahinin mümkün olmadığı durumlarda semptomları hafifletmek içinde kemoterapi ve radyoterapi kullanılır. Radyoterapi de ameliyat öncesinde tümörü küçültmek için kullanılır. Hedeflenen ilaç tedavisinde de kanser hücrelerinin büyümesini sağlayan mutasyonları hedef alınır. Kemoterapiyle ya da tek başına uygulanabilir. Bazı durumlarda palyatif bakım gerekebilir. Hastaya ilave katkı sağlar; hastanın ailesi ve doktorlarıyla birlikte çalışır. Robotik cerrahi önemli avantajlar sağlıyor Kolon kanseri ameliyatlarında cerrahi konfor ve hastanın hızlı iyileşmesinin sağlanması için robotik cerrahi yöntemi son yıllarda çokça kullanılmaktadır. Robotik cerrahide hastanın karın bölgesine birkaç küçük kesi açılır ve ameliyat bu kesilerden gerçekleştirilir. Ameliyatta bir cerrah robotun konsolunda, bir cerrah da hastanın yanında durur. Cerrah konsolun aracılığıyla bir elden daha fazla hareket kabiliyetine sahip olan robotik enstrümanlara iletip, kolonun kanserli kısmının çevre dokularla bağlantısını kestikten sonra kalan kısımlardan ayırarak vücuttan çıkarır. Kolonun ayrılan kısımlarını birleştirerek dışkıya yeni bir çıkış yolu sağladıktan sonra küçük kesiler kapatılarak operasyon sonlandırılır. Kolektomi sonrası kalıcı ya da geçici olarak dışkının bir torbaya boşaltılması gerekebilir. Operasyon sonrasında kesilerin küçük olması hastanın iyileşme süresini hızlandırır. Sağlıklı beslenme ve egzersiz çok önemli Yaş kadar, beslenme alışkanlıkları da kolorektal kanserler üzerinde etkilidir. Lifli beslenme, kabızlığın önlenmesi, kolesterolün düşürülmesi, sindirim sisteminin iyileştirilmesinde önemli bir yere sahiptir. Bu sayede kolorektal kanserler başta olmak üzere birçok hastalıktan korunmak mümkündür. Bir de hareketsiz olan kişilerin kolon kanseri geliştirme olasılığı daha yüksektir. Düzenli fiziksel aktivite yapmak kolorektal kanseri riskini azaltabilir. Ayrıca obezite, sigara tüketimi, aşırı alkol tüketimi de kolorektal kanserin bir diğer ciddi risk faktörlerindendir.
karaciğer kanseri tedavisinde son gelişmeler